Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Ömürlük Bir Ramazan

  • 07 Mayıs 2019
  • 2327 Görüntülenme
  • 437. Sayı / 2019 Mayıs



İbadetler, belli zamanlarda ifa edilip tamamlanırlar. Fakat kulluk daimidir. İman, kalbin Cenab-ı Hakk’a daimi bağlılığıdır. Bu sebeple imanı aşk ile yaşayan Hak âşıkları da, ibadette aldıkları feyz ve ruhaniyeti, her nefes devam ettirirler. Hiçbir zaman ve mekânda Hakʼtan gâfil kalmazlar. Her an huzur-i ilâhîde olduklarının şuuru içinde bulunduklarından, onların abdesti, namazı, velhâsıl kulluğu daimidir.

 

Bizler de Ramazan-ı Şerifʼin, senenin âdeta kalbi mevkiinde olduğunu unutmamalıyız. Ramazanʼda elde ettiğimiz kulluk kıvamından fire vermemeli; geçen Ramazanʼı gelecek Ramazanʼa daha da artan bir gönül vecdiyle bağlamaya gayret etmeliyiz. Şüphesiz ki buna muvaffak olan bir müʼminin, bütün bir yılı Ramazan ruhaniyetiyle dolu geçecektir.

 

Oruçluyken ağzımızı gıdalara kapattığımız gibi, gönlümüzü de her zaman nifak, riya, ucub, gurur, kibir, şükürsüzlük, haset ve ihtiraslara kapalı tutmalıyız. Gözümüzü haramlara, Allahʼın yasak kıldığı görüntülere kapatmalıyız. Kulağımızı, Kurʼan ve Sünnetʼin hoş görmediği bütün çirkin seslere ve boş sözlere kapalı tutmalıyız. Sahurlardaki uyanıklığı, bütün seherlere yayabilirsek, yani teheccüd, zikrullah ve istiğfarla müzeyyen bir seher alışkanlığı kazanabilirsek, Ramazanʼın gönül feyzini korumuş oluruz.

 

 

 

Cenab-ı Hakkʼa sonsuz hamd ü senalar olsun ki, biz aciz kullarının ömür takvimini, ilâhî affın âdeta tuğyan ettiği bir Ramazan-ı Şerif ile tekrar müzeyyen kıldı. O Ramazan-ı Şerif ki, içinde bir ömre bedel Kadir Gecesiʼni barındıran, manevi bir hazine…

Bu mübarek günlerde de;

‒Namaza daha bir itina gösterip cemaatle ve huşu içinde kılmaya,

‒Gönül feyziyle mukabeleler okumaya,

‒Oruçla ruhen incelip takvaya ermeye,

‒Sahurlarla seher ruhaniyeti kazanmaya,

‒Zekât, fitre ve infaklarla Hakk’a yakınlaşmaya,

‒Neticede bu gufran ayından manen arınarak çıkabilmeye azmeden müʼminlere ne mutlu! Lütfettiği bu mübarek ay için, Rabbimize ne kadar şükretsek az!..

Cenab-ı Hak: “…Eğer şükrederseniz size (olan nimetimi) elbette artırırım…” (İbrahim, 14/7) buyuruyor. Bu ayet-i kerime muktezasınca; şükür, nimetlerin bereketlenmesine ve devamına vesiledir. Dolayısıyla, Ramazan-ı Şerif nimetinde de şükrün bereketine mazhar olabilmek için, ona dair hem “kavli”, hem de “fiilî” şükrümüzü ihmal etmeyelim.

Bunun için, Ramazan-ı Şerifʼin ruhları terbiye eden feyizli ikliminde kazandığımız manevi kıymetleri, Ramazanʼdan sonra kaybetmeyelim. Zira Ramazan ruhaniyetini bütün bir yıla yayabilmek, Rabbimize fiilî şükrümüzün, en güzel bir ifadesi olacaktır.

Unutmayalım ki Müslümanlık, dindarlık, kulluk, zühd, riyazet ve takva hayatı; sadece Ramazan-ı Şerifʼe mahsus, geçici bir merasimler faslı değildir. Bunlar, gerçek bir müʼminin ömür boyu baş tacı etmesi gereken, son derece hayati kıymetlerdir.

Cenab-ı Hak sadece Ramazanʼda değil, her zaman Yüce Zâtʼına kulluk etmemizi emrediyor. Ayet-i kerimede:“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15/99) buyuruyor.

İnsan hakkındaki ilâhî karar, son nefesi esas alır. Son nefesi iman selâmetiyle verebilmek için de, “beyneʼl-havfi veʼr-recâ”, yani ilâhî gazaba duçar olma korkusu ve ilâhî rahmete mazhar olma ümidi arasındaki bir gönül kıvamıyla, bütün bir hayatımıza istikamet vermemiz zarurîdir.

Yine Rabbimiz buyuruyor: “Ey iman edenler! Allahʼın azametine göre bir takva sahibi olun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102)

 

Müslüman olarak can verebilmek içinse, bir an dahi nefse ve gaflete kapılmadan kulluğa devam etmekten başka bir çare yoktur. Nitekim Rasûlullah Efendimiz, bizlere emsalsiz bir numune teşkil ederek, Cenab-ı Hakk’a:

“Yâ Rabbi! Beni, göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma!” niyazında bulunmuştur. Böylece Hakkʼa kulluktaki hâlet-i ruhiyemizin nasıl olması gerektiğini, bizzat sergilemiştir.

Cenab-ı Hak, Kadir Gecesiʼni bütün bir yıl içinde gizlediği gibi, rızasının da gazabının da ne zaman tecelli edeceğini, zamanlar içinde gizlemiştir. Böylece her zaman salih amellere gayret edip günahlardan sakınmamızı murat etmiştir. Zira an vardır ki büyük kazançlara, an vardır ki büyük kayıplara vesile olabilir.

Bundan dolayıdır ki İslâm, hayatın her anını tanzim eder. Dinin emirlerine belli vakitlerde riayet edip diğer zamanlarda gafil davranmak veya ilâhî emirlerin bir kısmını tatbik edip bir kısmını ihmal etmek, imanı zaafa uğratır.

Bu bakımdan, hayatımızın hiçbir safhasında Allahʼı unutmama gayret ve hassasiyeti içinde yaşamalıyız. Zira ayet-i kerimede;

“Allahʼı unutan ve bu yüzden Allahʼın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 59/19) buyrulmaktadır.

Hakikaten, hiç kimse besmele çekerek bir kardeşine çelme takamaz. Kalbi “Allah” diyen biri; kalplere diken batıramaz, bile bile kul hakkına giremez, haramlara dalamaz. Günahlar, Allahʼtan gâfil kalındığı zaman işlenir. Her ne hususta olursa olsun, ilâhî emirlere muhalif hareket etmek de Allahʼtan gafil kalmak demektir.

Bu itibarla, Allahʼın dinine olan bağlılığımızı, son nefese kadar, her zaman ve mekânda diri tutmaya mecburuz. “İki günü eşit olan aldanmıştır” düsturunca, İslâmʼı hiç eksilmeyen, bilâkis her geçen gün daha da artan bir iman aşkıyla, hayatımızın her anında dolu dolu yaşamaya gayret etmeliyiz. Bizi Rabbimize her an daha da yakınlaştıracak bir gayret-i diniyyenin, niyaz ve ilticası üzere olmalıyız.

İbadetler, belli zamanlarda ifa edilip tamamlanırlar. Fakat kulluk daimidir. İman, kalbin Cenab-ı Hakk’a daimi bağlılığıdır. Bu sebeple imanı aşk ile yaşayan Hak âşıkları da, ibadette aldıkları feyz ve ruhaniyeti, her nefes devam ettirirler. Hiçbir zaman ve mekânda Hakʼtan gâfil kalmazlar. Her an huzur-i ilâhîde olduklarının şuuru içinde bulunduklarından, onların abdesti, namazı, velhâsıl kulluğu daimidir.

Nefsani lezzetlerin alâmeti, tadılınca arzu ve hevesin sönmesidir. Manevi lezzetler ise tadıldıkça daha büyük bir şevkle arzulanırlar. Meselâ gün boyu oruç tutan biri, iftarda iki kap yemekle doyar. Daha leziz bile olsa, üçüncü, dördüncü kap yemeğe artık bir iştahı kalmaz. Fakat manevi lezzetler böyle değildir. Tadıldıkça müʼminin manevi iştihasını ziyadeleştiren ve nihayeti olmayan bir zevk vardır manevi lezzetlerde.

Demek ki, huşu ile ifa edilen, yani Cenab-ı Hakʼla kalbî vuslat ikliminde eda edilen ibadetlerin manevi zevki, maddî zevklerle kıyas dahi kabul etmez. Allah ile beraberliğin manevi huzurunu tadabilen Hak âşıklarına da; ibadetler, tâatler, Allah yolundaki hizmet ve fedakârlıklar, hiçbir zaman bir yorgunluk sebebi olmamış, bilâkis doyumsuz bir zevk ve lezzet hâline gelmiştir. Bu sebeple onlar, Cenab-ı Hakʼla o vuslat hâlinin hiç bitmemesini arzulamışlardır.

İşte bunun gibi, Ramazan-ı Şerif ʼin kıymetini hakkıyla idrak edip onu lâyıkıyla ihya edebilen müʼminler de, bu rahmet ikliminin hiç bitmemesini, ondaki feyz akışının hiç kesilmemesini dilemişlerdir.

Bizler de Ramazan-ı Şerifʼin, senenin âdeta kalbi mevkiinde olduğunu unutmamalıyız. Ramazanʼda elde ettiğimiz kulluk kıvamından fire vermemeli; geçen Ramazanʼı gelecek Ramazanʼa daha da artan bir gönül vecdiyle bağlamaya gayret etmeliyiz. Şüphesiz ki buna muvaffak olan bir müʼminin, bütün bir yılı Ramazan ruhaniyetiyle dolu geçecektir.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

437. Sayı Mayıs 2019