Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Mezheplerin Mahiyeti

  • 06 Temmuz 2019
  • 2100 Görüntülenme
  • 439. Sayı / 2019 Temmuz
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Osman Nuri Topbaş
Tüm Yazı Arşivi



İslâm, hayatı beşikten mezara kadar tanzim eden bir sistemdir. Bu sebeple Cenab-ı Hak kullarına, yeni ihtiyaçları için içtihad kapısını açık bırakmıştır. Bu içtihad izni, Cenab-ı Hakk’ın kullarına büyük bir lutfudur. İnsanlar için büyük bir rahmet ve kolaylıktır. Nitekim içtihad, İslâm’a esneklik kazandırmış, değişik toplum ve çevrelerde yayılmasını kolaylaştırmış ve İslâmî hükümlerin yeni hâdiselere rahatlıkla tatbikini sağlamıştır.

 

Bugün kendisini müstakil bir mezhep kuracak kabiliyette, yani “mutlak müçtehid” olarak gören birileri varsa, tabii ki yeni bir mezhep tesis edebilirler. Ancak bunun bugün mümkün olmadığı ortadadır. Bazıları iki buçuk asırdır bunu dile getirdikleri hâlde ortaya yeni bir Fıkıh usulü konmuş değildir. Fıkıh usulü olmadan mezhep olmaz. Zira mezhep, Fıkıh usulü sistemi üzerine kurulur.

 

 

Mezhep, dini bir hüküm vermenin kaidesi, çerçevesi ve sistemini ifade eder.

Mezhepler konusunda, öncelikle şu hususu bilmek yerinde olacaktır. Rasûlullah (sav)’in, peygamber olarak pek çok vazife ve salâhiyeti vardır. Ancak bunlar içerisinde Cenab-ı Hakk’ın, O’na verdiği şu dört vazife temayüz etmekte ve daha da ehemmiyet kazanmaktadır:

1. İlâhî vahyi telakki etmek. Bu keyfiyet Peygamber Efendimiz (sav)’in dârı bekaya irtihalleriyle nihayete ermiştir.

2. Ruhlarda tasarruf etmek suretiyle insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltmek. Yani insan terbiyesi ve ahlâk nizamı… Bu salâhiyet ehl-i tasavvuf tarafından devam ettirilegelmektedir.

3. Dinin emir ve nehiylerini müessese ve nizam hâlinde tatbik eden ve canlı tutan idari otoriteye sahip olmak. Yani siyasetin, Kitap ve Sünnet çizgisinde devam etmesini sağlamak. Bu salâhiyet de halifeler tarafından devralınıp devam ettirilmiştir.

4. Kur’an-ı Kerim’le nazil olan ahkâm ve hakikatleri, hadisi şeriflerde ve Siyeri Nebi’de vârid olduğu üzere şerh ve izah etmek. Rasûlullah (sav)’in bu ilmî otoritesi ictihad makamına erişen salâhiyet sahibi âlimlere aittir. Nitekim salâhiyetli âlimler, değişen zaman ve şartlara göre, Kitap ve Sünnet’i temel alarak hüküm çıkarmışlardır. Zira cihanşümul bir din olan İslâm, bu sayede her asırda insan hayatını tanzim edebilmektedir.

Peygamber Efendimiz henüz hayattayken, ashab-ı kiram karşılaştığı problemleri kendisine arz ediyorlar ve O’ndan meselenin çözümünü öğreniyorlardı. Bu sebeple o dönem için, bugünkü manada mezheplerden söz etmek doğru değildir. Lâkin bunun yanında ashab-ı kiram arasında Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma ehliyetine sahip zatlar da vardı.

Zira şu hâdise, bizlere, Efendimiz (sav) henüz hayattayken bile, O’ndan uzakta yaşayan âlim sahabelerin, Usul (hüküm çıkarma kaideleri) ve Fürû’uyla (fıkhî meseleleri) kurulmuş olmasa da kendi mezheplerinin oluşmaya başladığını göstermektedir. Nitekim Rasûlullah (sav) Muâz (ra)’ı Yemen’e gönderirken:

“Önüne bir dava geldiğinde ne ile hükmedeceksin? diye sormuştu. Muâz t, önce Kur’an’a bakacağını, aradığı hükmü orada bulamazsa Sünnet’e intikal edeceğini, orada da bulamazsa Kur’an ve Sünnet muhtevası içerisinde kendi reyiyle içtihad edeceğini söylemişti. Efendimiz (sav)de onun bu hareket tarzını tasdik etmiş, hatta ona böyle bir muvaffakiyet nasip buyurduğu için Allah Teâlâ’ya hamd etmiştir.” (Bkz. Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 11; Ahmed, V, 230, 236; İbn-i Sa’d, III, 584; Diyarbekrî, II, 142)

Yine Sahabe arasında fetvalarının çokluğuyla tanınan yedi kişiden biri olan Abdullah bin Mes’ûd (ra)’la ilgili olarak şöyle bir rivayet nakledilir:

Bir gün kendisine pek çok mesele hakkında soru yöneltilmişti. O da kendisini dinleyenlere hitaben şu açıklamayı yaptı:

“Herhangi bir meseleyle karşılaşan kimse, Allah’ın kitabıyla hüküm versin! Allah’ın kitabında çözümü olmayan bir meseleyle karşılaşırsa, Nebiyy-i Ekrem Efendimizin verdiği hükümlere bakarak halletsin.

Allah’ın kitabında ve Peygamber Efendimizin hükümlerinde çözümünü bulamazsa, salih âlimlerin verdiği fetvalara bakarak meseleye cevap versin.

Kur’an’da, Sünnet’te ve salihlerin fetvalarında cevabı bulunmayan bir mesele ile karşılaşırsa, aklını kullanarak içtihat yapsın! Ben içtihat yapmaktan korkarım, demesin. Çünkü helal belli, haram bellidir. Helalle haramın arasında şüpheli ve kapalı hususlar vardır. O hâlde sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyen şeye bak!” (Nesâî, “Kazâ”, 11)

Rasûlullah (sav)’in ukbâ âlemini şereflendirmesinden sonra İslâm âlemi İran, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’nın fethedilmesiyle genişledi ve sahabelerden her biri, İslâm’ı gönüllere nakşetmek için farklı beldelere dağıldı. Pek tabii olarak bu sahabeler de engin bilgi birikimleriyle gittikleri her yerde başlıca müracaat kaynağı oldu. Yani Müslümanlıkla henüz şereflenmiş olan veya İslâm hakkında fazla bilgisi olmayan pek çok kimse, kendilerine çeşitli meselelerde dinin hükmünün ne olduğunu sordu. Sahabeler de muhatap oldukları soruların cevabını evvela Kur’an ve Sünnet’e bakarak, orada bulamadıklarını da kendi içtihatlarıyla yaşadıkları yerin iklim, örf ve kültürünü de dikkate almak suretiyle hüküm vererek cevapladılar.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

439. Sayı Temmuz 2019