Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Satırdan Sadra

Adil Akkoyunlu

Müslümanların Teknoloji İle Sınavı

  • 10 Ekim 2019
  • 1225 Görüntülenme
  • 442. Sayı / 2019 Ekim



Teknoloji medenileştirmedi; vahşileştirdi insanları. Habilleştirmedi, Kabilleştirdi Âdem’in çocuklarını. Birbirinin kurdu oldular. Çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden eşrefi mahlûkat olan insanları toplu halde imha etmek; evleri, şehirleri yıkmak, yakmak, daha modern, daha üstün silahlar yapmak veya satın almak için yarışıyor ülkeler.

 

Dünya durmuyor yerinde. Zamanla, değişiyor, gelişiyor ilerliyor. Hayat şartları değişiyor. Dünya adlı bir gemideyiz. Durdurmak mümkün değil. Kaptan koltuğunda biz oturur, ilerleyişe ve gelişmelere biz yön verirsek, olumlu etkisini görürüz. Yolcu koltuğumuza kurulur, oturur, uyursak, tenkit ve dedikodularla zaman geçirirsek; bizi bekleyen kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz.

 

 

Günümüz Müslümanlarının dünyadaki en çetin sınavı teknolojiyle olsa gerek… Modernleşme de diyebilirsiniz buna. Batılılaşma süreci de modernleşme akımıyla başladı. Osmanlının çöküş döneminden beri -Jön Türklerin başlattığı, İttihatçıların devam ettirdiği- bu çatışmayı yaşıyoruz. Daha uzun süre devam edeceğe benziyor.

Teknolojik gelişmeler, bütün dünyayı, haliyle İslami değerleri de etkiliyor. Hem olumlu, hem de olumsuz… Nasıl ve ne amaçla kullanıldığı önemli. Kim ne düşünür bilmem ama benim gönlüm yine de (sadece ülkemizde değil; bütün dünyada) teknolojinin ilerlemeyişinden yana.

“Bir pirifâni… Beli iki büklüm… Bastonunun elini tutmuş, ayaklarını sürükleyerek ağır ağır yürüyor sokakta. Yaramaz bir çocuk yaklaşıyor yanına. Takılıyor yaşlı adama:

-Dede, yerlere eğilmiş ne arıyorsun böyle, diye soruyor.

Yaşlı adam duruyor. Anlamlı anlamlı çocuğun gözlerine bakıyor:

-Gençliğimi arıyorum evlat, gençliğimi arıyorum, diyor.”

Bana sorsalar:

-Teknik çok ilerledi. Yaşama şartları değişti, kolaylaştı. Sosyal hayat seviyesi yükseldi. Ekonomi, eskiye göre çok daha iyileşti… Bu hayattan memnun musun? Yoksa çocukluk günlerini mi istiyorsun, deseler.

O güzel, hayat dolu günlerimi hatırlar, önce hasretle derin bir “Aaah!” çekerim. Sonra da çocukluk günlerime geri dönmek istediğimi söylerim.

Böyle değildi eskiden. Dünya değişti. Çok değişti…

Değişen dünya mı, insanlar mı, yaşama koşulları mı; fark etmez. Yavanlaştı, tatsızlaştı, iğretileşti, sunileşti hayat. Doğallığını (tabiliğini, natürel oluşunu) yitirdi. Canlılığını yitirdi. Soldu bütün hayat. Hayat, hayatiyetini yitirdi. Yaşamaksa maksat; böyle de yaşıyor işte insanlar.

Eskiden böyle miydi?

O gün insanlar, böyle cep telefonlarıyla, giydikleriyle, yedikleriyle, arabalarıyla, evleriyle, ev eşyalarıyla övünmezlerdi. Markaların veya bir eşyanın son model oluşunun önemi yoktu onların yanında. Yamalı pantolonlarıyla, gömlekleriyle, çoraplarıyla, durmadan tamir edilip giyilen, boyasız ayakkabılarıyla da mutluydu o insanlar. Kıskançlıkları, hasetleri, kinleri, garezleri yoktu. Övünmek bilmezlerdi. Kendilerinden çok, komşularını, akrabalarını, ihtiyaçlıları düşünürlerdi. “Bakın, biz şunları yiyip içeceğiz.” diyerek sosyal medyada resimlerini paylaşmazlardı. Yiyecek ve içeceklerini paylaşırlardı. Nankörlük etmezlerdi. Nimetin asıl sahibine şükreder, ikram edene de teşekkür ederlerdi. Onlar da komşularının kabını boş vermez, ne varsa evlerinde; ondan doldurur, verirlerdi.

Koca mahallemizde bir at arabası, bir fayton vardı. Üç tane de eşeği olan ev… Kimin ihtiyacı olsa, gider, o eşeklerden birini ister, yükünü taşırdı. Eşyası biraz fazlaysa; Aliseydi dayının at arabasıyla taşırdı. Çoğu kez yaya yürüyerek giderlerdi gidecekleri yere. Gerektiğinde; faytona binerlerdi. Çarşıdan bir eşya aldığında, düğünlerde veya bayramlarda faytonu tutardı babam. Daha sonraları minibüsler ve belediye otobüsleri çalışmaya başladı ana caddede.

Sitelere, apartmanların önüne, sokaklara, caddelere, çarşılara arabalar sığmıyor şimdi. Çoğu kimse, toplu taşıtlara binmeye utanıyor, her yere özel arabasını kullanıyor. Durmadan yeni yollar yapılmasına rağmen şehirler bunca taşıtı taşımıyor. Şehirlerin trafiği altüst olmuş.

Teknik ilerledi, belki insanların işleri kolaylaştı, rahatladılar fakat huzur kalmadı, sağlık kalmadı. İnsanlar temiz, bol oksijenli hava yerine, tozlu ve egzoz dumanlı kirli havayı gönderiyorlar ciğerlerine. Yiyecek ve içeceklerimiz teknolojinin kurbanı oldu. Biz de o yiyecek ve içeceklerin kurbanı oluyoruz. Sinir, stres, tansiyon, kalp, şeker, kanser gibi çağın hastalıkları önü alınmaz hal aldı. İnsanların çoğu, tekniğin ürünü olan; trafik kazalarında, atılan kurşunlardan, bombalardan, füzelerden ölüyor. Teknoloji medenileştirmedi; vahşileştirdi insanları. Habilleştirmedi, Kabilleştirdi Âdem’in çocuklarını. Birbirinin kurdu oldular. Çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden eşrefi mahlûkat olan insanları toplu halde imha etmek; evleri, şehirleri yıkmak, yakmak, daha modern, daha üstün silahlar yapmak veya satın almak için yarışıyor ülkeler.

Eskiden böyle değildi. İnsana saygı vardı, sevgi vardı. Vicdan vardı. Hak hukuk vardı. Aile vardı, akrabalık vardı, komşuluk vardı. Büyük, büyüklüğünü bilirdi; küçük de, küçüklüğünü… Nezaketle, şefkatle, merhametle yaklaşırlardı herkes birbirlerine. Sıla-i rahim vardı, diyalog vardı. Birbirlerine ikramda bulunur, hediyeleşirlerdi. İyilikte, güzellikte, yardımlaşmada yarışırlardı. Günah işlemede, haksızlıkta, hukuksuzlukta, bencillikte, övünmekte, düşmanlıkta, silahlanmakta değil. Hayvanlara, bitkilere, bütün doğaya bile merhametle, sevgiyle bakarlardı.

Böyle kalabalıklar içerisinde yalnızlaşmamışlardı. Yükseldikçe yükselen binalar, birbirine tepeden bakmak için yarışmazlardı. Evler, kerpiçtendi. Kışın sıcacık, yazın da serin olurdu. Tek katlı veya iki katlıydı. Çoğu çatısızdı. Evlerin arkasında, arktan temiz su akan bir avlu bulunurdu. Avluda küçüklü büyüklü yan yana dizilmiş; odun, çalı, çırpı yanan ocaklarda pişerdi aşlar. Avludan sonra da içinde çeşitli meyve ağaçlarının bulunduğu küçük bir bahçe vardı. Sokaklar ve evlerin bahçeleri bizim oyun parkımızdı. Sokağımızın kenarında bahçeleri sulayan bir arktan akan temiz, soğuk su hiç eksilmezdi.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

442. Sayı Ekim 2019