Sayı : 497   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Son Nefese Ne Hazırladın?

  • 17 Eylül 2022
  • 343 Görüntülenme
  • 477. Sayı / 2022 Eylül



Bir bez kundakta gözlerimizi açtığımız dünyada takdir olunduğu kadar yaşadıktan sonra, bir tahta kundakla ahirete uğurlanacağımızı düşünüp fâniliği unutmamak; kalbimizi, nefsani arzuların işgalinden korumak için en tesirli ilâçtır. İnsan son nefesine kadar, nefs ve şeytan ile bir savaşın içinde. Son nefesten sonra bu mücadele bitecek. Bir daha geriye dönme imkânı da kalmayacak.

 

 

Mühim olan, şu fâni hayatı kısa veya uzun yaşamak değil! Mühim olan, rızayı ilâhîyi kazanarak son nefesi verebilmek. Mühim olan, mümin gönüllerden âdeta bir “hüsn-i hâl kâğıdı” alarak, güzel şâhitliklerle ilâhî huzura yüz sürebilmek…

 

 

 

Sâdî-i Şîrâzî Hazretleri şöyle anlatır:

“Bir gün, yolculuğa çıkmak niyetiyle bir kervana katıldım. Yolda müthiş bir kasırga çıktı. Ortalık toz duman oldu. Dünya karardı, göz gözü görmüyordu. Kafile içinde daha evvel hiç sefere çıkmamış nazlı bir ev kızı vardı. Bir havlu ile babasının yüzündeki tozu toprağı siliyordu.

Babası ona şefkatle dedi ki:

-Ey benim nazlı kızım! Beni sevdiğin için yüzüme toz konmasına gönlün razı olmuyor, biliyorum. Fakat ben aldırmıyorum. Çünkü bu çehreme bir gün öyle toz toprak çökecek ki, silmenin imkânı olmayacak!”

Azizim! Verdiğin her nefes, dörtnala koşan bir at gibi seni mezarına doğru götürüyor. Bir gün ecel aniden üzengiyi koparacak ve sen de dizginleri çeviremeyeceksin.

Hayat, beklenmedik sürprizler ve med-cezirlerle dolu. Bu iniş ve çıkışlar içinde çalkalanırken ölümün derin ve sessiz çığlığına kulak vermemek ve bir gün kendimizin de o kapıdan geçeceğimizi hesaba katmadan yaşamak, ne hazin bir gaflettir.

Râbiatü’l-Adeviyye’nin, Süfyân-ı Sevrî’ye hitaben söylemiş olduğu şu sözler de, bu hakikate dikkat çekiyor:

“Ey Süfyan, günlerin sayılıdır. Bir gününün geçmesi, senden bir parçanın kopması gibidir. Bir parçan gidince, bütünü de gidebilir. Sen bunları biliyorsan, ona göre amel et, ibret al!

Dirhemim, dinarım, malım, makamım elden gitti, deme! Bilâkis; bir günüm geçti, acaba nasıl bir amel işledim, de! Zira ömür, günlerle tükenir.”

Dünya hayatında yaşadığımız ibadet, muamelat ve ahlâk ile alıp verdiğimiz bütün nefesler, son nefesimizin bir nevi pusulası hükmündedir. Aynı zamanda ahiretteki hâlimizin daha bu dünyadaki tercümanı gibidir.

Nitekim İmâm Gazâlî (ra) şöyle der:

“Burada herkes neyi ekmişse ahirette onu biçecektir. Herkes yaşadığı gibi ölecek ve öldüğü gibi dirilecektir.”

Dolayısıyla herkes, alıp verdiği her nefes ile aslında kendisini ilâhî ceza veya mükâfata hazırlamaktadır.

Bu sebeple önümüzdeki her mevsim, her gün ve saat; kulluk, ibadet ve tâat için büyük bir fırsattır. Zira Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Dünyanın bir saati, kıyametin bin senesinden daha kıymetlidir. Zira orada kurtuluşa kavuşturacak bir amel yapılamaz.”

Ömür takvimimizde kaç yaprak kaldığını bilmiyoruz… Lâkin her gün dünyadaki ömrümüzden bir gün eksilirken, ahirete bir gün daha yaklaşıyoruz…

Aklı başında bir insana yakışan odur ki, başkaları onun düştüğü durumdan ibret almasından evvel, o başkalarının uğradığı musibetten ibret alsın.

Meselâ yolculuğa çıkacak birine, gideceği noktayı etraflıca bilen bir kimsenin vereceği nasihat pek kıymetlidir. Zira yoldaki zorlukları, dikkat edilmesi gereken noktaları haber verir. Akıllı bir kimsenin de selâmetle gideceği yere varabilmesi, bu öğütleri dikkatle dinlemesine bağlıdır.

Peygamberler ve onların zamanlara yayılmış zirve temsilcileri olan Hak dostları da insanlığa, bu dünya yolculuğunun Cennet’te neticelenmesi için dikkat edilmesi gereken hususları ve girilmemesi gereken çıkmaz sokakları haber vermişlerdir…

Dünya, iki kapılı bir kervansaray. Ebediyet yolculuğunda sadece bir durak. Bu sebeple de gönüldeki muhabbet sermayesinin harcanacağı bir mekân değil… Yalnızca ahiret azığının tedarik edileceği bir yer.

Nitekim Ahmed Yesevî Hazretleri şöyle ikaz ediyor:

“Akıllı ve uyanık bir kimse isen, dünyaya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp dünyaya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan sonra felâketten felâkete sürüklenirsin de hiç haberin olmaz.”

Zira Şeyh Sâdî’nin dediği gibi;

“İnsan dünyaya meyledince, bala düşmüş sinek gibi olur.”

Şair Ziya Paşa da şöyle der:

“Dehrin, ne safâ var acabâ sîm ü zerinde;

İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde…”

“Şu fâni dünyanın altın ve gümüşünde hiçbir safa yoktur. Çünkü insan, ebedî âleme yolculuk esnasında bunların hepsini geride bırakır, yalnız başına sefere çıkar!”

Dünya’ya hâkim olan Zülkarneyn (as) da, bu hakikatin insanlar tarafından daha iyi idrak edilmesi için ölmeden evvel şöyle vasiyet etmiştir:

“Beni yıkayın, kefenleyin! Sonra bir tabuta koyun! Yalnız kollarım dışarıya sarkık kalsın! Hizmetkârlarım arkamdan gelsin! Hazinelerimi de katırlara yükleyin! Halk, benim son derece ihtişamlı bir saltanat ve dünya mülküne sahip olmama rağmen, kabre eli boş gittiğimi, hizmetkârlarımın da, hazinelerimin de bu dünyada kalarak benimle beraber gelmediğini görsün! Bu yalancı ve fâni dünyaya aldanmasın!”

Bir bez kundakta gözlerimizi açtığımız dünyada takdir olunduğu kadar yaşadıktan sonra, bir tahta kundakla ahirete uğurlanacağımızı düşünüp fâniliği unutmamak; kalbimizi, nefsani arzuların işgalinden korumak için en tesirli ilâçtır.

İnsan son nefesine kadar, nefs ve şeytan ile bir savaşın içinde. Son nefesten sonra bu mücadele bitecek. Bir daha geriye dönme imkânı da kalmayacak.

Diğer taraftan insan, kendini en iyi son nefeste tanıyacak.

Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15/99)

Yani son nefese kadar, diri bir kalbe sahip olabilmek için gayret gerekli. Hiçbir zaman “Ben kalbimi düzelttim, benim kalbim temiz, ben kurtuldum.” diyemeyiz. Rabbimiz, ibret alalım diye; Bel’am bin Baûrâ ve Kârûn’u bize misal veriyor. Onlar başlangıçta salih, muttaki, iyi kalpli, istikâmet sahibi kimselerdi. Fakat sonradan nefse uydukları için ayakları kaydı.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, hayatı İslâm’a hizmetle geçmiş olmasına rağmen, bir talebesine yazdığı mektupta son nefesi için dua istiyor ve ekliyor;

“Hiçbir amelime güvenmiyorum, sadece Allah’ın rahmetine sığınıyorum.”

İnsanoğlu için dünya hayatının gayesi, ahiret saadetini elde edebilmektir. Bu sebeple Rabbimiz, biz kullarını şöyle ikaz buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan (O’nun azamet-i ilâhiyyesine) yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102)

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

477. Sayı Eylül 2022