Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

İmanımızın Bu Alemdeki Şahidi ; Merhamet

  • 06 Ocak 2021
  • 1405 Görüntülenme
  • 457. Sayı / 2021 Ocak



Unutulmamalıdır ki merhamet, imanımızın bu âlemde şahidi olan ve bizi kalben Rabbimiz’e yaklaştıran ilâhî bir cevherdir. Merhamet, bizlere ihsan ve ikram edilmiş olan her nimeti, bu nimetlerden mahrum olan kimselerle gönül hoşnutluğu içinde paylaşabilmektir. Diğer bir ifadeyle merhamet, başkalarının mahrumiyetini telafi için, gece gündüz demeden onların yardımına koşmaktır.

 

Şu fani hayatın sonsuz zevkini tadabilmek, Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz gibi, gönül bahçelerinden şefkat, merhamet, cömertlik ve fedakârlık rayihası çıkarabilmekle mümkündür. Bu sebeple bizler de elimizdeki nimetleri muhtaçlarla paylaşalım ki, memnun ve mesrur ettiğimiz gönüller, dünyada gönül feyzimiz, ahirette imdadımız, Cennet’te saadetimiz olsun. Zira kardeşlik de bunu gerektirir.

 

 

Merhamet, imanın en büyük lütuf meyvesidir. Kur’an-ı Kerim’de, kendisini bizlere en çok “Rahmân” ve “Rahîm” esmâsıyla tanıtan Cenab-ı Hak, Peygamber (sav) Efendimizi de “Raûf” ve “Rahîm” yani çok şefkat ve merhamet sahibi olarak takdim etmektedir. Böylece O’nun ümmetinin de merhamet sâhibi olmasını arzu buyurmaktadır.

Nitekim ayet-i kerimede:

“…Müminlere (şefkat ve tevazu) kanadını indir.” (Hicr, 15/88) buyurmak suretiyle Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimizin şahsında müminlerin de birbirlerine karşı çok şefkatli ve merhametli olmalarını emretmiştir.

Ayrıca “Allah” diyen bir kalbin; merhametten ve onun fiilî tezahürleri olan infak ve hizmetten nasipsiz olması düşünülemez. Kâmil bir mümin, başta insan olmak üzere mahlûkattan hiçbirinin sesli veya sessiz feryadına bigâne kalamaz, elinden gelen hiçbir şeyi esirgeyemez.

Bu hususta bir müminin sahip olması gereken kalbî derinlik ve inceliği, Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde, başından geçen bir hikâye ile şöyle izah etmektedir:

“Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttular. Gökyüzü yeryüzüne karşı öyle hasis davrandı ki, ekinler ve hurma ağaçları dudaklarını bile ıslatamadılar. Ne kadar pınar varsa hepsi kurudu. Yetimlerin sıcak gözyaşlarından başka bir damla su kalmadı.

Bulutlar, sanki buhar olmuştu. Bacalardan tüten ise yoksulların âhından başka bir şey değildi.

Ağaçlar kurumuş, çıplak fakirlere dönmüştü. Güçlü, kuvvetli kişiler takatten düşmüş, âciz kalmışlardı. Bahçelerde gölge ve dağlarda yeşillik kalmamıştı.

Vaziyet böyle iken, bir gün yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki zengin, kudretli, şan ve şeref sahibi, hem de cüsseli bir insandı. Bu sebeple hâlini görünce çok şaşırdım. Kendisine:

–Ey güzel huylu dostum; ne oldu, nasıl bir felâkete uğradın? Gördüğüm bu zayıf, bitkin ve kederli hâlinin sebebi nedir? diye sordum.

Dostum ise bana hayret içinde derin derin baktı. Sonra üzgün bir şekilde şöyle cevap verdi:

–Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflet! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son raddeye vardı. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göklere, âh edenlerin feryadı yükseliyor!

Ona dedim ki:

–Biliyorum! Fakat bu kıtlık, seni niye bu kadar teessüre gark ediyor ki? Zehir, panzehirin bulunmadığı yerde adam öldürür. Başkası yoksulluktan ölebilir. Fakat sen yoksul değilsin ki… Senin her şeyin var. Dünyayı tufan kaplasa bundan ördeğe bir zarar gelir mi?

Bunun üzerine o kemâl ehli dostum, âlimin cahile bakması gibi, önce beni baştan aşağı süzdü ve sonra da bana pek gücenmiş olduğunu da ifade edercesine, manalı manalı dedi ki:

–Farz et ki ben denizin kıyısındayım ve çok sevdiğim dostlarım da denizde boğuluyor. Söylesene, bu durumda müsterih olabilir miyim? Yüzümün solgunluğu yoksulluktan değildir. Benim yüzümü sarartan, yoksulların ıstırabıdır. Akıllı bir insan ne kendisinde ne de başkalarında bir yara görmek ister. Hamdolsun benim bir yaram yok, ama başkalarında bir yara gördüğüm vakit titriyorum, vücudum sarsılıyor. Zira vicdan sahibi olan, kendi azasında bir yara görmek istemediği gibi, Allah’ın diğer mahlûkatında da görmek istemez. Bir düşünsene, bir hastanın yanında bulunan kimse sıhhatte bile olsa içi rahat edebilir mi? Zavallı, fakir biçarelerin hâlini gördükçe, yediğim her bir lokma bana zehir oluyor, dert oluyor. Hemcinslerini sefalette gören bir insan, gülistanda eğlenebilir mi hiç? Zira ağlayan birini gördüğümde, benim de gözüm nemleniyor.”

Unutulmamalıdır ki merhamet, imanımızın bu âlemde şahidi olan ve bizi kalben Rabbimiz’e yaklaştıran ilâhî bir cevherdir.

Merhamet, bizlere ihsan ve ikram edilmiş olan her nimeti, bu nimetlerden mahrum olan kimselerle gönül hoşnutluğu içinde paylaşabilmektir. Diğer bir ifadeyle merhamet, başkalarının mahrumiyetini telafi için, gece gündüz demeden onların yardımına koşmaktır.

Bu sebeple denilebilir ki; dertli bir insan karşısında gönlün ıstırap duyması ve merhamet duygularının coşması, insanda hassas bir kalbin varlığının ilk alâmetidir.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

457. Sayı Ocak 2021