Yüce Allah, canlıları yaratmış ve onların varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli olan rızıkları da çeşit çeşit ve bol bol lütfetmiştir. Bu nimetlerden yararlanan insana düşen ise, nimet sahibini tanımak ve O'na şükretmektir. Nimete şükür ise hem dille olur hem de nimeti Yüce Allah'ın ölçüleri doğrultusunda kullanmakla olur. Kâmil manada bir şükür için, bu nimetleri fark etmek lazımdır.
Yüce Rabbimiz, büyük peygamberlerin yaşadıkları yerlere yemin ederek hem o kutsal yerlerin önemini vurguluyor, hem de peygamber nimetine dikkat çekiyor. Evet, gerçekten de peygamber göndermek, Yüce Allah'ın kullarına bahşettiği en büyük ve en önemli nimetlerdendir. Çünkü peygamberler, insanların ruhî gıdalarını en sağlıklı bir biçimde karşılayan, onlara dünya ve ahiret mutluluğunu gösteren önderlerdir.
وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ وَطُورِ سِينِينَوَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
“İncir ve zeytine and olsun! And olsun Sina dağına! And olsun bu güvenli Mekke şehrine ki: Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” (Tin, 95/ 1-5)
Ayetleri üç şekilde anlamamız mümkündür:
- Kendisiyle yemin edilen şeylerin başında Rab kelimesini var sayarak okuyabiliriz ki mana şöyle olur: “Tîn, Zeytûn, Tûr Dağı ve Emin Belde’nin Rabbine and olsun!” (Tin, 95/ 1-3) Bu anlayışa göre insan hayatında çok önemli bu nimetleri hatırlıyor, onları insanın emrine sunan Yüce Rabbi hatırlıyor ve onun üzerine yemin ediyoruz. Gerçekten de sayılan bu nimetlerin insan hayatında çok özel ve önemli yeri var, bu nimetleri yaratan ve insanın emrine müsahhar kılan Yüce Rabbimiz de erişilmez kudretin sahibi. O’nun sayısız nimetleri yanında özellikle bu nimetleri hatırlıyor, O’na şükrediyoruz; tekbir ve teşbihle O’nu yüceltiyoruz. O’nun söyleyeceklerini can kulağıyla dinliyoruz.
- Bu sayılanları kendi manalarında alırız ki buna göre mana şöyle olur: “İncire, Zeytine, Tûr Dağına ve Emin Beldeye yemin olsun!” (Tin, 95/ 1-3) Bu takdirde sayılan bu nimetlerin insan hayatındaki yerini ve önemine dikkat çekilmektedir. Buna göre ayetlerdeki bu yeminlerin hikmetini anlayabilmek için bu nimetleri tanımak ve fark etmek gerekir. Şöyle ki, tîn, incir demektir. Ayette incir ve zeytin nimeti üzerine yemin edilmektedir. İncir, nimetlerin en güzeli. İri çekirdeği, kabuğu yok, yenilmeye hazır bir lokma. Yutulması kolay. Lezzet ve vitamin deposu. Şifa kaynağı. Yaşı kurusu, ağacı her şeyi değerli ve yararlı bir nimet. Zeytin de öyle. Çekirdeği var ama, işe yarıyor. Zengin fakir her sofranın katığı. Ağacının ve meyvesinin hemen her şeyi işe yarıyor. İki nimetin de faydaları saymakla bitmez.
İnsanların, hayatlarını sürdürebilmeleri için beslenmeye ve gıdalara ihtiyaç vardır. Gıdaların başında ise tatlı-tuzlu, yağlı-yağsız yiyecek ve meyveler gelmektedir. İncir ve zeytin ise bunların en önemlilerinden iki nimettir. Yüce Allah, canlıları yaratmış ve onların varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli olan rızıkları da çeşit çeşit ve bol bol lütfetmiştir. Bu nimetlerden yararlanan insana düşen ise, nimet sahibini tanımak ve O'na şükretmektir. Nimete şükür ise hem dille olur hem de nimeti Yüce Allah'ın ölçüleri doğrultusunda kullanmakla olur. Kâmil manada bir şükür için, bu nimetleri fark etmek lazımdır. Bunun için çekirdekten yetişip soframıza konan incir ve zeytin ağaçlarını, ekim-dikim ve yetişmelerinden başlayarak yakından izlemek, gözlemlemek gerekir.
Kur’an’da incir ve zeytinin yanında, nar, üzüm, hurma, kiraz, muz gibi meyvelerin adı da geçer. Bunlardan incir (tîn) bir kere geçerken, zeytin altı kere geçer. Nûr suresi 35. ayetinde zeytin ağacından ‘Mübarek bir ağaç’ olarak bahsedilir.
- Başka bir görüşe göre Tîn, Şam'da bir dağın adı. Hz. İsa peygamberin durağı ve sığınağı. Zeytûn ise, Beyt-i Mukaddes'te bir dağ. Hz. İsa başta olmak üzere pek çok peygamberin durağı ve yurdu olan kutsal bir dağ. Sînâ dağı ise, Hz. Musâ'nın ilk olarak vahye muhatap olduğu mübarek dağ. Emin Belde Mekke ise, peygamberler atası Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in durağı, son peygamber keremli elçi Hz. Muhammed (sav)'in yurdu. Buna göre mana şöyle olur:
“İsa peygamberin yurduna andolsun! Musa peygamberin yurduna andolsun! Ve son peygamber Hz. Muhammed'in yurduna andolsun ki!” (Tin, 95/ 1-3)
Yeryüzünün sabiteleri, Yüce Yaratıcının kudret göstergeleri dağların peygamberlerin hayatında ayrı bir yeri vardır. İşte ilk insanın hayatında Arafat dağı. İşte Nuh peygamberin gemisinin karaya çıktığı Cûdî dağı. İşte Musa’nın Tûr dağı. İşte İsa’nın Tin ve Zeytün dağı. İşte Son Peygamberin ilk vahye muhatap olduğu Nûr dağı, hicret yolculuğunda sığındığı Sevr dağı, zorlu savaş sınavıyla sınandığı Uhud dağı ve benzerleri…
Şam’daki Tîn dağının da, Mescid-i Aksa’yı selamlayan Zeytun dağının da Hz. İsa’nın hayatında çok özel yeri vardır… Sînâ dağı, Yüce Allah'ın Hz. Musa ile konuştuğu kutsal mekândır. Hz. Musa'nın O'nunla konuştuğu yüce dağ. Elbette güzel insanların ayak bastığı yerlerin ayrı bir değeri ve yeri vardır. Hele insanlığın kurtuluş reçetesi ilahî ayetlerin indiği yerlerin ise önemi çok daha başkadır!
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız