Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Editörden

Ribat Dergisi Editör

Değerli Okuyucularımız

  • 09 Ekim 2017
  • 2008 Görüntülenme
  • 418. Sayı / 2017 Ekim

Aile içi huzursuzluğun ve şiddetin tavan yaptığı günlerden geçiyoruz. Her akşam haberlerde bu huzursuzluğun neticesi olan acı tabloları seyrediyoruz. Aile içi şiddeti yalnızca erkeğin eşine uyguladığı sözlü ve fiili şiddete hamletmemek, tüm bireyler arasında yaşanan, gücü yetenin, güç yetirdiği üzerinde uyguladığı her türlü baskı ve dayatma olarak anlamak gerekir. Şiddet gören, zamanla şiddet gösteren taraf olacak, mağdurken, mağdur eden halini alabilecektir. Koca karısına, kadın çocuklarına, büyük kardeş küçüklerine sözlü ya da fiziksel şiddet uygulayacaktır. O halde şiddetin hiçbir türlüsü aileye sokulmamalıdır, zira bu, bir döngü halinde her bireye sıçrayabilir.

Şiddetin, toplum tarafından kişiye dikte edilen hatalı bir kodlama olduğunu söyleyebiliriz. Bilhassa erkek evlatlarını ağlamanın bile ayıp olduğu düşüncesi ile yetiştiren, erkeği vurma-kırma ile aynı cümle içine yerleştiren, gücünü arkadaşlarına dövülmemesiyle ölçen aileler; ileride şiddet uygulayacak potansiyel bir dayakçı koca yetiştiriyor olduklarının farkına varmalıdırlar.

Hz. Peygamber (sav)’in şiddet ve şiddete ortam hazırlayan tavırlara asla yer vermediği bir gerçektir. Nitekim Hz. Aişe’nin, Rasulullah’ın hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir çocuğa elini dahi kaldırmadığına şahadeti son derece önemlidir. Hal böyle olunca, O’nun ümmeti olarak mü’minlerin de davranışlarını yeniden gözden geçirmeleri bir zarurettir. Çünkü toplum neyi öğretirse öğretsin, örnek alınan kuşaklar hangi doğruyu benimserlerse benimsesinler, doğru olarak kabul edilecek olan, mutlak örneğimiz Hz. Peygamber’in tavırlarıdır.

Aynı zamanda bu sorunun ıslahı için ne kadar farklı yol ve metot izlenirse izlensin; aileler, hangi psikologların gözetimine girerse girsin, imana yönelik bir bağlayıcılık, kadınların ahiret gününde hesap unsuru olduğu şeklinde bir sorumluluk şuuru yerleştirilmediği müddetçe, şiddet sorununun aşılamayacağı acı bir hakikattir.

Aile; fertlerini hem bağrına basan, hem eğiten, hem de birleştirici özelliği bulunan bir kurumdur. Bu sebeple aile; ezmenin değil sevmenin, şiddetin değil, şefkatin, dışlamanın değil kucaklamanın, kaçmanın değil sığınmanın konusu ve teması olmalıdır. İslam taraftarı; ister ailevi, ister toplumsal yönüyle değerlendirilsin, tarihte hep ezilenin, sömürülenin, mazlumun yanında olmuştur. Bu nedenle müslüman ve şuurlu ebeveynlerin olduğu bir ailede, ezilenlerden söz edilemez. Küçük bir zulüm görülse yahut aileden biri gaflete düşerek diğerinin hakkına girse, hemen uyarılacak, dünyevi cezalar uygulanamazsa da, uhrevi ceza ile korkutularak, zulümden caydırıcılık sağlanacaktır. Bu sayede, ezilenlerin olmayıp, ezdirmeyenlerin olduğu ailelerden müteşekkil toplumlarda da, genel bir barış ve huzur kendini hissettirecektir.

Aile, bireylerin yaşadığı, barındığı, ömrünün yarısından fazlasını geçirdiği bir evdir. Veya bir mekteptir, bir kaledir. Veya bir örümcek yuvasıdır. Yahut da huzurun, mutluluğun adresidir. Yahut da cennetten bir köşedir. Yeryüzü coğrafyasında ikinci bir benzerini bulmakta zorlanacağımız böyle bir evin içinde yaşayan insanlar, birbirlerine kan bağı ile nesep bağı ile sımsıkı bağlıdır. En güzel bir bağ olan din bağı, iman bağı devreye girince tadına doyum olmaz. Nikâh bağı ise, ilgili eve disiplinin, prensiplerin, kuralların oluşmasını şart olarak ortaya koyan bir başka ikramdır.

Dünya ve ahiret saadetimiz, hayatımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz aile yuvamızın bir "CENNET KÖŞESİ" haline getirilmesi ile mümkündür. Bu gerçekten hareketle bu ayki sayımızda siz değerli olurlarımızın huzuruna “Aile” dosyasıyla çıkıyoruz. Kıymetli yazarlarımızın her biri, makalelerinde konuyu farklı bir boyutuyla ele aldılar. Bunun için sizleri, dergimizi baştan sona ailecek dikkatlice okumaya davet ediyoruz.

Bütün kıymetli yazarlarımıza en kalbi teşekkürlerimizi arz ediyor, siz değerli okurlarımızı saygıyla selamlıyoruz.

418. Sayı Ekim 2017