İnsanları Allah’a, Allah’ın dinine davet etmek, başlı başına bir ibadettir. Bunun için ortaya konulan her çaba ve gayret salih amelden sayılır. Davet; imanlı olarak İslâm dininin esaslarını anlatmak, insanların onu benimsemelerini ve dinin koyduğu esaslara göre yaşamalarını sağlama çabası içerisinde olmaktır.
Davet faaliyetinin müspet netice vermesi için, bu işin plânlı, programlı, metotlu ve muntazam bir şekilde yapılmasının gerekli olduğu, gayet açıktır. Davetçi, gayesine ulaşabilmek için sıhhatli ve doğru olan usul ve metotlara başvurmak zorundadır. Şayet metot, hatalı ve uzaklaştırıcı ise sadece davanın yüceliği yetmez. Bu bakımdan davette metot, davetin bir parçası sayılmalıdır.
Peygamberin icra ettiği davet faaliyetinin üzerinden asırlar geçmesinin tabii bir sonucu olarak, günün değişen şartları ve gelişen imkânlarına göre farklı bir takım metotlara başvurulabileceği aşikârdır. Aslında zamana ve zemine uygun bir şekilde çeşitli metotların tatbiki, Hz. Peygamber'in, davetinde başvurduğu usullerden birisidir. Peygamber Efendimiz, hiçbir esnekliği olmayan, katı, donuk, bıktırıcı ve usandırıcı tek bir metoda sürekli olarak bağlı kalmış değildir.
Dinde usulü bırakmak, İslam'ı bırakmaya varır. Usul bilmeden dini ilimleri öğrenmeye kalkışan kişiler sonunda din ve iman hırsızları durumuna düşerler; cahil insanları, efsunlu sözler, mistik hikâyelerle peşlerine takıp, dinlerinden ederler.
Usul ile vuslata erme erdemliğine ermeyenler, erimeye mahkûmdurlar. Günümüz Müslümanları arasında her meseleye “Kur’ânî” tabiriyle yaklaşmak adet haline geldi. “Kur’ânî davet usûlü” tabiri, Peygamberi devreden çıkarmayı çağrıştıran bir tabirdir. İslâm’da davet usulünü izah ederken Peygamberi devre dışı bırakmak, usulsüzlüğe kurban gitmektir. Kur’an daveti emretmiştir. Rasûlüllah (sav) ise Kur’an’ın davet emrini fiilen uygulamıştır. Davet hususunda Peygamber (sav)’in uygulamaları, davet usulünü ifade eder. Hangi iman sahibi iddia edebilir ki; Peygamber (sav)’in daveti usulsüz ve üslupsuz idi. Kur’an’ın davet emrini yerine getiren Rasûlüllah (sav) şeksiz ve şüphesiz usul ve üslup sahibi idi. Bunda şüpheye düşmek, Peygambere imanı nakzeder/ortadan kaldırır. Şunu bilelim ki; İslâm dini, hayat kaynağıdır. “Yaşayan Kur'ân” olarak tavsif edilen Hz.Peygamber Efendimiz (sav) olmazsa din anlaşılmaz ve yaşanamaz. Peygamberi devre dışı bırakan bir din kısa devre yapar. Elbette ki, Kur'an, temeldir. Sünnet, o temel üzerinde yükselen ve temeli ayakta tutan Sütun. Sütun çökerse, gök kubbe de, temel de çöker. Şu yani: Usul olmadan tefsir de, hadis de, fıkıh da olmaz; işlemez. Kur'an asıldır; Sünnet-i Seniyye, usul. Aslolan hakikate vusuldür / varmak. Usul yoksa vusul de yoktur. Fusûl / sapma vardır. Başka bir ifadeyle Kur’an Kaynaktır. Sünnet, Irmak. Aslolan hakikate varmak. Irmak, gürül gürül akacak ki; kaynak, hayat fışkıracak.
İnsanları Allah’a, Allah’ın dinine davet etmek, başlı başına bir ibadettir. Bunun için ortaya konulan her çaba ve gayret salih amelden sayılır. Davet; imanlı olarak İslâm dininin esaslarını anlatmak, insanların onu benimsemelerini ve dinin koyduğu esaslara göre yaşamalarını sağlama çabası içerisinde olmaktır. Lügatte davet kelimesi, De'ave fiilinden masdar olup çağırmak, nida etmek, sevk etmek, dua veya bedduada bulunmak; birisini yemek ve ziyafete çağırmak manalarına gelmektedir. Bir isim olarak da kullanılan davet lâfzı, lügat itibariyle herhangi bir çağrıya işaret eder. İslâm ıstılahında ise davet tabiri ile sadece İslâm'a yapılan çağrı kastedilmektedir.
İslâm'a davet, İslâm'ın ele aldığı bütün konularda geçerlidir. Dünya işlerinde de, ahiret işlerinde de İslâm'ın getirdiği esasların tüm beşeriyete intikal ettirilmesi, davetin kapsamına girmektedir. Bu bakımdan İslâm davetinin geniş bir tatbikat alanı ve geniş bir muhatap kitlesi vardır. Davetin yapılacağı bu kitle, sadece müslüman olmayan kimselerden ibaret değildir. Kâfirlerin yanı sıra, münafıklar ve müslümanlar da kendilerine İslâm davetinin sunulacağı muhatap zümreyi oluştururlar; yani kısa ifadesiyle tüm bir beşeriyet, davet faaliyeti ile karşı karşıyadır. Her ne kadar bazı araştırıcılar davet kelimesinden, sadece müslüman olmayanları müslüman olmaya çağırma işini anlamakta ve o şahsın zahiren müslüman olması veya "müslüman oldum" demesi ile davet faaliyetinin tamam olduğunu zannetmekte; müslüman olan kişiye İslâm'ın anlatılması işini, tebliğ, vaz, irşâd gibi kelimelerle karşılamakta iseler de, bu ayrım doğru değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de davet, tebliğ, inzâr, vaz, nasihat, emr bi'l ma'rûf (iyiliği emretmek), nehy ani'l-münker (kötülükten sakındırmak) gibi tabirler birbiri yerine kullanılmıştır. Meselâ: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. " (Mâide, 5/67) ayetinde Hz. Peygamber'den yapması. istenen tebliğ, hem müslümanlara, hem de gayr-i müslimlere Kur'an hakikatlerinin anlatılmasıdır, yani davettir. "Rabbinin yoluna davet et. " (Nahl, 16/125) ayetinde davetin kimlere yönelik olarak yapılacağı açıkça zikredilmemiştir. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim, tek bir zümreyi hidayete çağırmak için değil, bütün insanları saadete erdirmek üzere gönderilmiş bir kitaptır. Bu sebeple bu ayette geçen davet faaliyetinin kapsamına bütün bir beşeriyet girecektir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız