Ölüm ve yaşam yan yana, iç içe, yüz yüze… Her nefes yeni bir yaşam, her nefessizlik yeni bir ölüm içeriyor. Ölüm bir kaçış kapısı değil, aksine iç içe yaşanması gereken gerçeğimizdir… Ölüm var oluşumuzun olmazsa olmazıdır… Ölüm, doğumun elçisidir. Doğumla başlar ölüm… Ölümden kaçmak, kendinden kaçmaktır… Ölüm, ebedi var oluşun kapısıdır… Ölümü yokmuş gibi yaşayanların hazin bir şekilde yok oluşlarını her gün görüyoruz…
Biliyoruz ki, ölümün ilacı yok ama ölümün kendisi ilaçtır… Azgınlıkları, asabiyetleri, aşırılıkları, ataletleri atabilmenin yolu ölümü hatırlamaktan geçiyor… Dünyevileşmenin büyüsünü bozacak ilaç, ölümle barışık olmaktır… En güçlü terbiye mektebi, mezarlıklar olsa gerek… Özümüze dönmenin yolu ölümü özümsemek ve önemsemekten geçiyor…
Ölüm, insanlık tarihi kadar eski fakat hiç eskimeyen bir temadır… Bu kadar eski olmasına rağmen herkese yeni görünür…
Ölüm insanın önceden olacağını kesinlikle bildiği ancak ne zaman geleceğini kesinlikle bilmediği bir olgudur.
Ölüm bir muamma mıdır? Hayır…
Hayat kadar doğal ve kaçınılmaz bir durumdur… Tartışılmaz bir doğrudur… Ölüm hayatın en “diri” gerçeğidir…
Ölme işi insanla kopmaz bağlara sahiptir.
Ölüm ve yaşam yan yana, iç içe, yüz yüze… Her nefes yeni bir yaşam, her nefessizlik yeni bir ölüm içeriyor.
Ölüm bir kaçış kapısı değil, aksine iç içe yaşanması gereken gerçeğimizdir…
Ölüm var oluşumuzun olmazsa olmazıdır…
Ölüm, doğumun elçisidir. Doğumla başlar ölüm…
Ölümden kaçmak, kendinden kaçmaktır…
Ölüm, ebedi var oluşun kapısıdır…
Ölümü yokmuş gibi yaşayanların hazin bir şekilde yok oluşlarını her gün görüyoruz…
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız