Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Hususi Fikirler

Mustafa Çelik

Nefsini Beklemeyen Düşmana Karşı Tetikte Bekleyemez

  • 06 Aralık 2019
  • 1520 Görüntülenme
  • 444. Sayı / 2019 Aralık
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Mustafa Çelik
Tüm Yazı Arşivi



İslam itikat sisteminde İslam diniyle ilgili doğru bir bilgiye ulaşamayan kimselerin ahiretteki durumu “fetret” çerçevesinde değerlendirilmiştir. Fetret, “sözlükte “bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflaması” anlamındaki futûr mastarından isim olup, “zaaf, gevşeme, gücünü ve tesirini kaybetme” manasına gelir. Fetreti dar ve geniş anlamda ikiye ayırmak mümkündür. Dar anlamda fetret, bir peygamberin vefatı ile diğerinin zuhuru arasında geçen zaman dilimine denir. Bu dönemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” adı verilir.” (İsfehânî, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 558) Geniş anlamda fetret ise, hangi çağda yaşarlarsa yaşasınlar, birey ve toplumların sağlıklı ve doğru İslam anlayışlarından uzak yaşadıkları dönem olarak tanımlanabilir.

 

Bütün dönemlerde İslam daveti kendisine ulaşmadığı için böyle bir dinin varlığından haberdar olmayan kimseler olabileceği gibi, İslam algısı problemli olarak ulaştığı için İslam dininden uzak durmuş kimseler de olabilir. Dolayısıyla bütün dönemlerde fetret yaşanabilir.

 

Allah katında tek dinin İslam olduğu, İslam’dan başka din arayanın dininin kabul edilmeyeceği belirtiliyor. Öyleyse, hayatları boyunca İslam’ı tanıma imkânı bulamamış insanların suçu nedir? Örneğin, Afrika’da, Asya’da ya da Sibirya’da doğmuş, annesi-babası gayr-i Müslim ya da ateist bir kimsenin ahiretteki durumu ne olacaktır? Bu insanlar, İslami hakikatlere muhatap olamadılarsa doğrudan cehenneme mi gireceklerdir?

 

Âdem (as)’dan son peygamber Muhammed (sav)’e kadar gönderilen ilahi dinlerin ortak adı: “İslam”dır. Bütün hak dinler Allah tarafından gönderilmiş ve bozulmadıkları sürece yürürlükte kalmışlardır. Herhangi bir peygamberle birlikte gönderilen bir dinin aslı bozuldukça Yüce Allah, yeni kitap ve doğrusunu öğretmeleri için yeni peygamberler görevlendirmiştir. Muhammed (sav) bu peygamberlerin sonuncusudur. İşte Allah, son peygamber Muhammed (sav) aracılığıyla gönderdiği dine “İslam” adını vermiştir. Kur’an’ı Kerim’de bir ayette bu gerçek şöyle açıklanır: “Bugün size dininizi kemale erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Maide, 5/3) Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin Allah’tan alıp insanlara ilettikleri din aynıdır. Buna hak din diyoruz. Bu açıdan İslam, hak dinin genel adıdır. Hak din, başlangıçtan Hz. Peygamber’e kadar, iman esasları ve ahlak ilkeleri bakımından aynı kalmış, ibadet şekilleri ve sosyal hayatla ilgili hükümleri bakımından zaman zaman bir takım değişikliklere uğramıştır. Din koyucusu olan Yüce Allah tarafından yapılan tekâmül şeklindeki bu değişiklikler, birey ve toplumların ihtiyaçları ve kültür düzeyleriyle paralel gitmiştir. Böylece hak din, en mükemmel şekline son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in bildirimiyle ulaşmıştır. Bu bildirimin özel ve genel adı İslam’dır, kitabı da Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ı Kerim’de, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan sonra insanoğlunun uyması gereken hak ve son din olarak İslam’ın seçildiği şöyle ifade edilmektedir: “Allah katında tek din İslam’dır.” (Ali İmran, 3/19) Yüce Allah’ın İslam adını verdiği bu son din, Muhammed Mustafa (sav) ile olgunluğa ulaşmış, getirdiği hükümler bakımından tamamlanmış ve kıyamet gününe kadar geçerliliğini koruyacaktır. Son mesaj İslam’ın gelişiyle birlikte diğer semavi dinlerin hükmü ortadan kalkmıştır. Artık insanlar ahirette ekmel din olarak İslam’ı kabul edip etmediklerinden hesaba çekileceklerdir. Cenab-ı Hak insana akıl ve irade özgürlüğü vermiştir. Dini sorumluluğu da irade özgürlüğüyle ilişkilendirmiştir. İslam körü körüne yanlış yolda olan seleflere bağlı kalmayı kınamaktadır. Buna atalar kültü diyoruz. İslam geldiği zaman aklını kullanmadan, düşünüp sorgulamadan son dinin mesajına gözlerini kapayan ve kulak vermeyen insanların şu sözlerini kınar: “Muhakkak biz, babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi.” (Zuhruf, 43/23; Ayrıca bkz. Lokman, 31/21) İnsanları İslam yolundan alıkoyan atalar kültü, ahirette kişinin kendisini savunmada gerçekçi bir gerekçe sayılmayacaktır.

Bilindiği gibi günümüzde gelişen iletişim teknolojisi sayesinde toplumlar birer bilgi toplumu haline gelmiş, yeryüzünde ve uzayda uydular, fiber optikler aracılığı ile elektronik asfaltlarda dolaşan “bilgi”nin hacmi, akışı büyümüş, hızlanmış ve ucuzlamıştır. Her türlü dini bilgiye –İslam’da dâhil- ulaşmada mekân ve zaman kavramı anlamsızlaşmış, kişinin ilgi ve donanımı olduğu sürece bilgiye aktif olarak katılması ve yararlanması kolaylaşmıştır. Acaba iletişim teknolojisi alanında ortaya çıkan baş döndürücü gelişmelere rağmen Çin, Afrika, Asya stepleri ve Sibirya ya da dünyanın başka yerlerinde hala İslam’dan haberdar olmayan kimseler olabilir mi? Bu soruya, “olabilir” diyebiliriz. Ya insan, İslam ve Müslümanlar hakkında doğru bilgiye sahip olamamış olur ya da İslam ve Müslümanlar hakkında kendisine ulaşan bilgi kara propagandadan öteye geçememiş olabilir. Bir başka açıdan kişi, çevresinin etkisi altında kaldığı için gerçeğin bilgisinden habersiz kalabilir.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

444. Sayı Aralık 2019