Gönül âlemimizi istila etmiş olan şeytanî ve nefsî düşüncelerden, hırs ve tutkulardan temizlemediğimiz müddetçe, oraya Allah sevgisini, Peygamber sevgisini, Kur’an aşkını yerleştirmemiz mümkün değildir. İşte böyle paslı bir gönül de sinede yük olmaktan, hamallığını yaptığımız bir et parçası olmaktan öteye geçemeyecektir.
Müslüman günde kırk, ayda bin iki yüz kere namazlarında “إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ”“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5) diyerek Allah ile ahitleşmekte, bu ahdini nefes aldığı her gün kırk kez olmak üzere yinelemekte, tekrar tekrar söz vermektedir.
“İnsanlardan bir kısmı, Allah'tan başkasını O'na denk ve ortak kabul ederler de, Allah'ı sever gibi onları severler.” (Bakara, 2/165)
Ayet-i kerime, Allah’ı sevme derecesinde sevgi beslenen şeyleri, O’na ortak olarak ifade etmektedir. Peki, Allah Teâlâ’nın sevgisiyle eş değer tuttuğumuz sevgiler, kalbimizde yer edinmiş midir? Cevap vermeden evvel düşünelim; Allah ile eş değer sevmek demek, Allah’ın ayetlerine isyan edilirken susup bunu kabul etmek, din ve iman fukaralarının/düşmanlarının yolundan gitmek ve onların sistemlerine sempati beslemek demek değil midir? Tüm bunları yaparken -meta, eşya, insan veya dünya olsun fark etmez- Allah sevgisi gibi çok sevdiği şeylerle uğraşıp dururken diliyle söylediği kelime-i tevhit onu kurtarmaz, kurtaramaz. Allah’ı ne kadar çok sevdiğinden dem vururken öte yandan nefsî ve şeytanî tekliflere gönülden razı olarak “evet” demesi, Müslüman olduğunu söylerken Allah’a isyan bayrağı çekenlerin izini takip etmesi, şeytanî bir tezgâhın baş aktörü olması, diniyle istihza etmesidir. Fakat sol yanımızda bulunan maddi olarak kalp, manevi olarak yürek diye isimlendirilen uzvumuz böyle karışık hissiyatlar taşımaz. Kalp ya iman yuvası olur ya da küfür yuvası, üçüncü bir seçenek mevcut değildir. Sizlerden istirhamım; gönül âlemine ininiz ve kalbinizi, kalbinizdeki sevgileri kontrol ediniz! Eğer kalbinizin yalnızca bir kısmı Allah sevgisine tahsis edilmiş, diğer kısmı da dünya ve ona ait şeylere karşı olan sevgilere pay edilmişse bu sevgi hakiki değil bilakis sahte bir sevgidir. Böyle sahte bir sevgi ise sizi Allah sevgisine ulaştıramadığı gibi O’na kavuşmanızı da sağlayamaz. Hz. Peygamber (sav)’i tanıyıp sevmenizi, sünnet-i seniyyesine tabi olmanızı da sağlayamaz.
Gönül âlemimizi istila etmiş olan şeytanî ve nefsî düşüncelerden, hırs ve tutkulardan temizlemediğimiz müddetçe, oraya Allah sevgisini, Peygamber sevgisini, Kur’an aşkını yerleştirmemiz mümkün değildir. İşte böyle paslı bir gönül de sinede yük olmaktan, hamallığını yaptığımız bir et parçası olmaktan öteye geçemeyecektir.
İşte bu sebeple dillerimiz kelime-i tevhit okurken yüreklerimiz de ona eşlik etmeli, Allah’tan başka ilah, mahbup olmadığını gönüllerimiz de tasdik etmeli, “Rabbin kim?” sorusuna yalnız dillerimiz değil yüreklerimiz de kendini hazırlamalıdır. Dilimiz Allah’tan başka mahbup olmadığını söylerken kalp dünyaya, mala, şehvete ve nefse ait tüm şeylere sevgi besliyor, hırsla dünya için atıyorsa bu kalp Allah sevgisini içeri buyur etmek için hazır değildir, sahibine de bir fayda veremez.
Oysaki Müslüman günde kırk, ayda bin iki yüz kere namazlarında “إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ”“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5) diyerek Allah ile ahitleşmekte, bu ahdini nefes aldığı her gün kırk kez olmak üzere yinelemekte, tekrar tekrar söz vermektedir. Bunun yanında da vitir namazlarında okuduğu kunut dualarında mealen;
“Allah’ım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tövbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkâr etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkâr eden ve sana karşı geleni bırakırız.”
“Allah’ım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kâfirlere ve inançsızlara ulaşır.” diyerek Allah’tan yardım talep edip zalimleri, fasıkları, facirleri, din iman tanımayanları, kıbleye yönelmeyenleri, İslam’a dil uzatanları terk edeceğine, reddedeceğine, peşinden gitmeyeceğine dair sıkı bir ahit daha gerçekleştirmektedir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız