İslami şahsiyet kavramı genel Müslüman tanımından daha süzülmüş, daha donanımlı, daha içerikli, daha nitelikli ve derinlikli bir anlam içeriyor… Ve daha ağır bir sorumluluk alanına tekabül ediyor… Bu nedenledir ki; şahsiyeti inşa etmenin zorlu bir süreci, çetin bir sınavı ve ağır bir bedeli vardır…
Şahsiyeti bir cümle ile tanımlamak gerekirse; kendisine ait bir aklı ve bir yüreği olan insandır… Kendi aklı ile düşünen, kendi yüreği ile hisseden, sorgulayabilen, savunabilen aynı zamanda hesabını ve haddini bilen insandır… Dolayısıyla gölge adam değil, kopya adam değil, adam gibi adamdır… Yani Allah adamıdır…
İslam, önce insan der. Her insan bir şahıstır
İşte İslam şahsa “şahsiyet” kazandırmak için vardır. Şahsiyeti inşa süreci yoğun bir şuurlanma ile gerçekleşir. İslam dışı öğreti ve ideolojilerin şahıslara yönelik tutumlarına baktığımızda şahıs; ya şartlandırılma ya da şımartılma riski altındadır.
Modern zamanların bireyi; akla, bilgiye, bilime, güce, iktidara, maddeye dayalı bir şımarma sarhoşluğuna yakalanmıştır. Modern öncesi dönemlerin insanı ise tabulara, totemlere, törelere, tağutlara şartlandırılma baskısı altında kalmıştır...
Dün “Nefsini öldür” söylemi ile mistik ve silik bir yaşamın sömürülmeye hazır nesnesi iken, gün geldi bu defa “kendini özgürleştir” sloganı ile sınır ve sorumluluk tanımayan, kendi başına buyruk bir mecraya savruldu… İnsanoğlu “öldür”le, “özgürleştir” arasında yaşanan gel-gitlerden kurtulup bir türlü olgunlaşamadı… İşte bu noktada İslam insanın elinden tuttu: “Ol” dedi…
Yine dünün mankurtlaştırılan insanı, bugün kurtlaştırılıyor. İslam’ın insana çağrısı ise tüm zamanlarda kardeşleşmek üzerine oluyordu…
Gerek bireyi putlaştıran modern çağ, gerekse kişiyi köleleştiren kadim çağ insana zulmediyor. Fıtratı zorluyor, hilkati bozuyor… İnsanın insan olma ve insan kalma süreci erteleniyor…
Zaten bu çağın en büyük günahı; duyarsız, değersiz, dertsiz, gayesiz, ruhsuz, kimliksiz, kişiliksiz yığınlar yetiştirmesidir…
Evet, hedefsiz kitleler, duyarsız kalabalıklar anlamsızlığın girdabında çırpınıp duruyorlar… Şahsiyetini yitiren toplumlar kuru kalabalıktan öte bir öz ve özellik içermiyorlar… Şahsiyetli olmayı ıskalayan yapılanmalarda sıradanlaşmaktan ve savrulmaktan kurtulamıyorlar…
Bu arada şahıs ve şahsiyet kavramlarına bakmamız gerekiyor.
Şahıs: İnsanın nefsi, kendi varlığı; zat, nefs… Kişi, kimse, fert…
Şahsiyet: Bir ferdin kendine has görünüş, duyuş, düşünüş ve davranışlarının tamamı… Kişilik… Personalite… Değerli, kabul gören kimse…
“Kim bu adam?” sorusunun cevabı kimliği ortaya çıkarır…
“Nasıl bir adam” sorusunun cevabı ise kişiliği ifade eder…
İnsanın öznel yanı “benlik”, nesnel yanı “kimlik”tir.
Benlikle kimliğin uyumu ve dengeli bir hale gelmesine “kişilik” diyoruz…
Kişilik özgün bir yapıdır, hiç kimse bir başkası olamaz… En doğrusu kendimiz olmak, kendimiz kalmaktır… Çirkin bir taklit, küçültücü bir kompleks, kötü bir kopya nifaka zemin hazırlar. Zaten münafıklığın en belirgin özelliği yüzsüzlük ve şahsiyetsizlik değil midir?
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız