Aile ve din insanlığın tarihi kadar kadim iki kurumdur ve bu iki müessese birbiriyle sıkı ilişki içindedir. Din, ailenin oluşmadan önceki aşamalarında, kuruluşunda, işleyişinde ve sonlanmasında önemli ilkeler ve ayrıntılı hükümler getirmiştir. Bu, bütün dinlerde böyledir.
Bir başka açıdan bakıldığında dini değerlerin korunmasında ailenin rolü ne kadar büyükse, ailenin korunmasında da dinin etkisi o kadar önemlidir. Dolayısıyla bu iki kurum bekası için belli ölçüde birbirine muhtaçtır. Son din İslam ve onun öğretilerinin yön verdiği Müslüman aile için de bu esas geçerlidir.
Acaba İslam’ın iki ana kaynağı Kur’an ve Sünnet aile için nasıl bir model öngörmektedirler?
Öncelikle aile nikâh akdiyle kurulur. Nikâh, insan neslinin varlık sebebi olan cinsel birleşmenin tek meşru yoludur. (bk. Hûd, 11/ 78-79)
Kâinattaki canlıların varlık ve neslinin devamı, erkek ve dişinin birleşmesine bağlanmıştır. Sadece insanlarla ilgili değil hayvan (Şûrâ, 42/11) ve bitkiler (Hicr, 15/22) ile ilgili genel kural da budur. Mesela rüzgârların fonksiyonlarından birisi erkek ve dişiyi buluşturarak bitkileri aşılamak ve sebze-meyve oluşumunu sağlamaktır. (Hicr, 15/22) Bu sebeple canlı varlıklar çift yaratılmış, (Ra’d, 13/3; Tâhâ, 20/53; Zâriyât, 51/49) Hz. Nûh’a (a.s.) tufandan önce gemisine her cins hayvandan birer çift alması emredilmiştir. (Hûd, 11/40; Mü’minûn, 23/27) “Bütün çiftleri o yaratmıştır” ayeti (Zuhruf, 43/12) varlıkların hayata çıkmaları ve nesillerinin devamlılığının bu yolla sağlandığına ve bunun da bir lütuf olduğuna işaret etmektedir. Bu sebeple erkek-dişi, kadın-erkek birisi diğerinin varlık sebebi olacak ölçüde birbirlerine mahkûmdurlar. Kadın-erkek arasındaki mutlak üstünlüğü ya da üstülük tartışmalarını anlamsız kılan da budur.
Neslin devamı için kadın ve erkek birbirine ilgi duyacak şekilde yaratılmıştır. Esasen bu, fıtrat kanunudur. Çünkü zıt kutuplar birbirini çeker. Varlık da bundan doğar. Karı-koca için kullanılan zevc kelimesinde de bu incelik gözükmektedir. Zira zevc aynı cinsten (Mutarrizî, el-Muğrib, “z.v.c.” md) fakat zıt özellikteki, karşıt kutuplu varlıklar (erkek-dişi) (bk.Necm, 53/45; Kıyâme, 75/39) için kullanılır. Karı-koca arasındaki uyum, ahenk ve ünsiyeti sağlayan, varlığı doğuran, sürekliliği sağlayan da budur.
Karşıt cinsleri birbirlerine cazibe merkezi haline getiren şehvet dürtüsüdür ve bu arzu insanın en zayıf yönünü teşkil eder. (Âl-i İmrân, 3/14; Yûsuf, 12/23-24, 33) Yusuf (a.s.) ile Züleyha arasında geçen olay, bu konuda en güzel örnektir. Kur’an-ı Kerim Allah’tan bir burhan görmemiş olsaydı Hz. Yusuf’un (a.s.) Züleyha’nın cinsel ilişki kurma talebine olumlu cevap vermeye niyetlendiğini belirtir. (Yûsuf, 12/23-24) Fakat bu sarsıntının ardından Yusuf (a.s.) kadının kararlılığını gördüğünde bu konuda nefsine yenik düşmekten Allah’a sığınır ve Ondan yardım dileğinde bulunur, Allah da onun bu duasını kabul ederek onu korur. (Yûsuf, 12/33-34) Bu da gösteriyor ki bir Peygamber bile bu konuda sıkıntıya düşüyorsa diğer insanlar çok daha dikkatli olmak zorundadır. (Bu olayın Hz. Yûsuf’un (a.s.) peygamberliğinden önce mi yoksa sonrasında mı meydana geldiği sorusu ortaya atılabilir. Ancak bu sual yersizdir. Çünkü peygamberler risâlet görevini almadan önceki hayatlarında da model özellik taşırlar. Aksi takdirde inandırıcılıklarını kaybederler. Nitekim Peygamberimizin hayatı bu yönüyle de ortadadır.) Bunun için Kur’an-ı Kerim zina yapmayın yerine zinaya yaklaşmayın ifadesiyle zinaya götürebilecek ortamlardan uzak durulmasını talep eder. (İsrâ, 17/32) Hadiste de zina daveti alan ve Allah’tan korktuğunu beyan edip bu talebi reddeden mü’min hesap gününde Yüce Yaratıcı’nın özel misafiri olarak ağırlanacak yedi sınıf içinde sayılmıştır. (Buhârî, “Ezân”, 36, “Zekât”, 16, “Rikâk”, 24, “Hudûd”, 19; Müslim, “Zekât”, 91…) Hatta böyle bir imtihanla karşı karşıya kalıp da nefsini yenen bir mü’minin dünya sıkıntılarından birisiyle karşı karşıya kalıp da çaresizliğe düştüğünde Allah’a bu ameliyle tevessül etmesi durumunda, Allah’ın o şahsı bu sebeple sıkıntıdan kurtaracağı hadiste bir örnekle anlatılmaktadır. (Buhârî, “Enbiyâ’”, 53, “Edeb”, 5; Müslim, “Zikir”, 100; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 142-143)
Nikâh, kadın ve erkek için aslî amaç olmasa da cinsel ihtiyacı meşru yoldan gidermenin aracıdır. Bu yönüyle de dini bir vecibe olan (Nûr, 24/30-31) iffeti korumanın (Mü’minûn, 23/5; Me‘âric, 70/29) kalkanıdır. Esasen iffet şehvete hükmetme ve onu meşru yoldan tatmin etme sonucunda ortaya çıkan bir fazîlet, şehvetin insana hükmetmesi ise iffetsizliği doğuran bir rezîlettir. Buna göre zinaya düşme endişesi taşıyıp da mali gücü yerinde olan sorumluluk sahibi kişilere evlilik farz olmuştur. (M. Ebû Zehre, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, Kahire 1957, s. 22) İşte bu noktadan yaklaşıldığında nikâhla oluşan ailede eşler, dış etkilere karşı birbirlerinin elbisesidir (Bakara, 2/187) ki bununla her birisi diğerini koruyup kollar / sarıp sarmalar, aile mahremiyetlerini dışarıya sızdırmazlar. Bu elbisenin materyali de Allah’ın emir ve yasaklarına saygı ve sevgiyle bağlılık anlamına gelen takva’dır. (A‘râf, 7/26) Bu yapı giysiye, şehevî duyguların etkisine karşı kuvvetli bir koruma, nefsî zaaflara karşı sert bir direnç gücü kazandırır. İşte bunun için Hz. Peygamber bağımsız yönelişin ve nefsî arzuların en yoğun ve güçlü olduğu dönemden geçen gençlere seslenerek imkânı iyi olanların evlenmelerini istemiştir. (Buhârî, “Savm”, 10, “Nikâh”, 2, 3; Müslim, “Nikâh”, 1, 3; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 1; Nesâî, “Sıyâm”, 43, “Nikâh”, 3; İbn Mâce, “Nikâh”, 1; Tirmizî, “Nikâh”, 1; Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân (M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410, IV, 383; Muttakî el-Hindî, XVI, 271, nr. 44403, 44420)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız