Hac; ilahi kelamın lisanında da özel ve önemli bir ibadettir. Özeldir, çünkü Kur’an hiçbir ibadet için kullanmadığı ifadeleri Hac için kullanır. Önemlidir, çünkü Hac sadece yerine getiren Müslümanları değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir eylemdir.
O topraklara giden birinin, bu bilinç ile oraya varması, niçin geldiğini bilmesi, ne yapması gerektiğinin farkında olması ve hepsinden önemlisi nasıl dönmesi gerektiğinin şuuruna ermesi, işte mebrur olmuş bir haccın en önemli gerekleridir.
O topraklara giden birinin, bu bilinç ile oraya varması, niçin geldiğini bilmesi, ne yapması gerektiğinin farkında olması ve hepsinden önemlisi nasıl dönmesi gerektiğinin şuuruna ermesi, işte mebrur olmuş bir haccın en önemli gerekleridir.
Hac, tek kelime ile muhteşem bir ibadettir. Allah’ın azamet ve büyüklüğünü, insanın ise acziyet ve küçüklüğünü görebileceği en önemli vesiledir. Yine Hac, varlığın evrensel çağrısı içerisinde yer alıp, “bende varım, bende geldim” demesinin bir işaretidir. Bu önemli ibadetin, hakkı ile yapıldığı zaman sahibine neler kazandırdığını saymakla bitiremeyiz. Ama burada şu hakikatin altını çizmek zorundayız ki, Hac; ilahi kelamın lisanında da özel ve önemli bir ibadettir. Özeldir, çünkü Kur’an hiçbir ibadet için kullanmadığı ifadeleri Hac için kullanır. Önemlidir, çünkü Hac sadece yerine getiren Müslümanları değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir eylemdir. Gelin bu iki ifadeyi biraz daha iyi anlamaya ve kavramaya çalışalım.
Haccın özel bir ibadet olduğu bizzat İslam’ın onun hakkında kullandığı kelimelerden ve kavramlardan anlaşılır. Mesela; İslam’ın sözlüğü, Allah için yapılan tüm eylemlere ibadet, bunların Allah katında kabul görmesine de makbul ifadelerini kullanır. Ama mesele Hac olunca, bu ifadeler değişir; yapılan eylemlere şe’âir, bunların Allah katında kabul görmesine ise mebrur ifadesini kullanır. Peki, sizce bu ifade farklılığının temel sebebi nedir? Sebep şu: Hac, şe’âir yani sembollerden oluşan bir ibadettir.
Hacıya düşen o sembollerin arkasında yatan hakikate ulaşmak, ambalajı önemsediği kadar içindeki özü de önemsemek, hele hele sadece dış kabuğuna takılıp da, asıl fayda veren içi ve çekirdeği ihmal etmemektir. Eğer Hacı, bunun farkına varır, o sembollerin vermek istediği mesajları kavrar ve bunların gölgesinde bir hayat yaşamaya çalışırsa, ömrünü hac kılarsa; işte o zaman yaptığı hac mebrur, yani iyilerin haccı yada daha doğru bir ifade ile kaliteli bir hac yapmış olur. Zaten kabul olacak hacda, böyle bir hac değil midir?
Haccın önemi sadedinde, sadece yerine getiren Müslümanları değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir amel olması meselesine gelince; gerçekten burası üzerinde ciddiyetle durmak zorunda olduğumuz bir noktadır. Bu hakikati bize duyuran bizzat Rabbimizdir. Ali İmran Sûresinin 97. ayetinde şöyle buyrulur: “…Ve ona ulaşmaya gücü yeten herkesin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlık üzerindeki hakkıdır…” Ayette beyan edilen, “ale’n-nâs/ insanlık üzerine” ifadesi, tüm müfessirlerimizin dikkatini çekmiş ve bu konuda birçok farklı yorumun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu yorumlardan en önemlisi hiç şüphesiz bu ifadenin geçtiği Kur’anî pasajı beraberce değerlendiren ve özellikle de Kâbe’nin yeryüzünde kurulan ilk ev olduğunu beyan eden ayetlerle birlikte açıklanmasıdır. Bu bilgiyi dikkate aldığımız zaman Mekke ve çevresinden bahis açtığımızda, işi Hz. Peygamber’den değil, Kabe’nin duvarlarını yükseltip oraya ikinci kez ruh katan Hz. İbrahim’den değil, insanlığın ilk atası Hz. Adem’den başlatmış oluruz. Eğer Hz. Adem insanlığın ilk atası ise –ki buna hiç kimsenin itirazı olamaz- o halde Mekke ve Kabe’ye ziyaret, insanlığın ilk sılasına yaptığı bir ziyarettir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız