Efendimizin terbiyesinden geçen örnek şahsiyetlerin ilimden anladıkları üç şeydi. Bunlardan biri Allah’ın kitabı, diğer biri Peygamberimizin hadis ve sünnetleri diğeri ise “Bilmiyorum” demekti. Bilmediği meselelere bilmiyorum demek onlar için ilimdi. Hayatlarını bu üç ilim ile donatır, hedeflerini bu üç şeyle tespit eder, hedeflerine bu üç şeyle varmak isterlerdi. Sanki hayatlarının temeli, aslı, özü bu üç şeyle atılmıştı.
Efendimizin yetiştirmiş olduğu numune nesil, şunun bunun arkasından sürüklenen kimse olmamak için ya muallim olmuşlardı, ya da talebe. Her esen rüzgârın peşinde gitmek, ilim ışığı ile aydınlanmamak, sağlam bir kaleye sığınmamak onlara ters bir haldi. İlimde ve amelde olgun ve dolgun kimselerdi. Suyu kaynağından içmeyi severler, kitap ve sünnet kaynağını ihmal etmezlerdi. Bu hal, onlara izzet ve şahsiyet kazandırırdı. Bu yüzden sade ve gösterişsiz bir hayatın içinde yaşarlardı.
İlim tahsili, insanın doğumundan ölümüne kadar devam etmelidir. İlim tahsilini belirli mekânlara/zamanlara tahsis etmemek gerekir. İnsan, hayat boyu öğrenmelidir. Hayat boyu öğrenme arzusunda olan bir Müslüman’ın ilim tahsilinde hiç bir fırsatı göz ardı etmemesi gerekir. Her hal ve durumda öğreneceğini öğrenmelidir. Ancak bu öğrenme beraberinde ameli; amel de ihlâsı getirmelidir.
Acaba ilim tahsili arzusunda olan bizler, Efendimizin terbiyesinden geçen örnek şahsiyetlerin bu konudaki uygulamalarını önümüze koysak ve kendimizi bir değerlendirmeye tabi tutsak halimiz ne olur? Geçer not mu alırız, yoksa sınıfta mı kalırız?
Efendimizin terbiyesinden geçen örnek şahsiyetlerin ilimden anladıkları üç şeydi. Bunlardan biri Allah’ın kitabı, diğer biri Peygamberimizin hadis ve sünnetleri diğeri ise “Bilmiyorum” demekti. Bilmediği meselelere bilmiyorum demek onlar için ilimdi. Hayatlarını bu üç ilim ile donatır, hedeflerini bu üç şeyle tespit eder, hedeflerine bu üç şeyle varmak isterlerdi. Sanki hayatlarının temeli, aslı, özü bu üç şeyle atılmıştı.
İslam’ın ilk nesli olan sahabe efendilerimiz, ilim öğrenmede yaşı pek önemsemezlerdi. Beşikten mezara kadar ki zaman, onların öğrenecekleri zamandı. Hatta içlerinden biri gelmiş ve:
“-Ey Allah’ın Resulü, yaşım hayli ilerledi, kemiklerim oldukça inceldi. Sana gelişimin sebebi ise Allah’ın faydalı kıldığı birtakım şeyleri bana öğretmendir. Bu piri fani ihtiyarın müracaatını kabul eden sevgili Peygamberimiz şöyle demişti:
-Sen hangi ağacın, hangi taşın ve hangi toprak parçasının yanından geçmiş isen onlar, sana Allah’tan mağfiret dilemiştir…Ey ihtiyar! Sabah namazını kıldığın zaman üç defa: Sübhanallahil azim ve bihamdik, de diye öğüt vermiştir.”
Ashab-ı kiram, âlim ve abid arasındaki farkın ne olduğunu öğrenmişler ve neticede her biri dini anlatan, tebliğ eden, insanları İslam’a davet eden Peygamber varisleri olmuşlardı. Onların dikkatini çeken şu iki insanın haliydi: Onlardan biri farz namazlarını kılar, sonra oturur ve insanlara faydalı olan şeyleri öğretirdi. Diğerleri ise, gündüzlerini oruç, gecelerini Allah’a ibadet ederek geçiren bir abid idi. Bu iki insanın hali Peygamber (sav)’e götürüldüğünde:
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız