Yüce Allah’ın ezeli ilmiyle bilmesi, her zaman belirlemesi anlamına gelmemektedir. Eğer öyle olsaydı, cennet ve cehennemin, iyi ve kötünün bir anlamı kalmazdı. Bu açıdan İlahi ilim, bir yönüyle belirleme, bir yönüyle de yaratma anlamına gelmektedir. İlahi ilmin kader-i mübrem yönü olduğu gibi, kader-i muallâk yönü de vardır. Dolayısıyla ilahi bilgi, salt belirlemeyi değil, yaratmayı da ifade eder.
Yüce Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun bilmesi, insanın özgürlüğünü kısıtlaması manasına gelmez. Biz davranışlarımızı O’nun bizim hakkımızdaki bilgisini okuyarak düzenlemiyoruz. İlahi bilgiye muttali olmamız imkânsızdır. Burası gayb alanıdır. Eğer bilmek, her konuda belirlemek manasına gelseydi, Kitap indirmenin ve Peygamber göndermenin bir manası olmazdı.
Yüce Allah; olmuş ve olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak olan şeyleri tüm yönleriyle biliyorsa ve her şey de belli ise niçin Peygamber gönderdi ve ilahi kitaplar indirdi?
Yüce Allah, yarattığı varlıkların sırlarını ve gizliliklerini ayrıntısına varıncaya kadar bilir. Çünkü O, yaratandır. Allah’ın bilmesi, zaman ve mekân kayıtlarının dışındadır. Biz ise, zaman ve mekânla kayıtlı olan varlıklarız. Zaman ve mekanı yaratan ise O’dur. Bu sebeple O, olmuş olanı, olmakta olanı, gelecekte olacak olan şeyleri bilir ve varlık düzleminde hiçbir şey kendisine gizli kalmaz. Ayrıca O’nun ilmi, her şeyin içini, dışını, inceliğini, açıklığını, küçüğünü, büyüğünü, önünü, sonunu, altını, üstünü, başlangıcını, bitimini kuşatmıştır. Çünkü ezelî ve ebedî olan sadece ve sadece O’dur. Allah’ın bilmesi nihayetsizdir. İnsanların bilmesi ise, nisbî ve ârizîdir. Allah’ın ilmi kadim, insanların ilmi ise, hâdistir. İlim, Allah katındandır. O’nun katındaki bu ilimden insanlar nasiplenirler.
Öte yandan, Allah’ın bilmesinin iki anlamı vardır. Bunlardan birisi önceden belirleme, ikincisi ise yaratmadır. Her şeye gücü yeten İlahi kudret, ezeli ilmiyle insanın özgür iradesinin dışında kalan şeyleri önceden belirlemiştir. İnsan bu konularda özgür irade sahibi değildir ancak tedbir alabilir. Bunlara örnek olarak: Tabiat olayları (fırtına, sel, deprem, gibi olayların yol açtığı afetler, hayat ve ölüm, güneş ve ay tutulmaları, kıyametin kopması, bir insanın anne ve babasını, dili ve ırkını, cinsiyet ve akrabasını, coğrafya ve ecelini akıl ve fiziki yapısını seçememesi gibi durumlar verilebilir. Bunlar önceden belirlenmiştir. Bu alanda insanın seçme özgürlüğü yoktur. İnsan bu konularda her şeyi bilen ve her şeye egemen olan Allah’ın kaderine teslim olmalıdır. Görüldüğü gibi bu alanda bilmek önceden belirlemek manasına gelmektedir.
Yüce Allah’ın bilmesi, yaratması manasına da gelir. Arapça’da “hallâk”, yaratmada süreklilik bildiren ve yarattıktan sonra tekrar tekrar yaratan ve yarattığı şeyi önceden planlayan manaları taşır. Elbette bizi yaratan Yüce Allah, bizim her şeyimizi bilir. O’nun bilmesi, aynı zamanda yaratması anlamına gelir. Bütün zamanlar için bir şeyi yaratmak, önceden onun mü’min, kâfir şeklinde inancını belirlemek anlamına gelmez. Bunun misali de, Allah’ın bizi sorumlu tuttuğu konularda irade hürriyetine sahip olmamızdır.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız