Medine kelimesi şehir anlamına gelmektedir. Medeni şehirli, medeniyet de şehirli hayat anlamındadır. Medeniyet ve şehir birbirini tamamlayan unsurlardır. Medeniyet öncüsü olan peygamberler, şehirlerden veya yerleşik kültüre sahip toplumların arasından seçilmiştir. Toplumda çürüme ve yozlaşma, genellikle belirli bir gelişim aşamasına ulaşan şehir hayatında baş gösterdiğinden, peygamberler tebliğlerini genellikle şehir halkına yapmışlardır.
Kur’an, toplumun yozlaşması sürecinde, özellikle toplumun ileri gelen kesimlerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmektedir. Artan refahtan büyük payı alan kesimler, servet ve iktidarın kendilerine verdiği güç nedeniyle hem kendileri sapmış hem de toplumu saptırmışlardır. Dolayısıyla peygamberler, ahlakın ve toplumun ıslahını köyden değil şehirden başlatmışlardır. Bu açıdan bakılınca şehir; bozulma, çürüme ve sapmayı, köy ise dinginliği, saflığı ve alçak gönüllülüğü temsil etmektedir.
Kur’an’da, mamur edilen şehirlerin medeni toplumlar için nimet olduğu, ancak kıymetinin bilinmemesi durumunda sahiplerinden bu nimetin geri alındığı zikredilmektedir:
“Allah şöyle bir memleketi misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.” (Nahl, 16/112)
Şehirlerin de kimliği vardır. Şehrin kimliği, o şehirde yaşayanların dünya görüşleri, inançları ve gelenekleriyle doğrudan alakalıdır. Şehrin mekânları bu değerler doğrultusunda şekillenir. Bir şehri tanımak için, sahip olduğu medeniyet birikimine bakmak gerekir. Antik dönem şehirlerinden Roma ve Atina, Hıristiyanlara ait şehirlerden Paris ve Viyana ve Müslümanlara ait şehirlerden Mekke, Medine ve İstanbul ait oldukları inanç dairesinin medeniyetini temsil eden merkezlerdir.
Farabi, fazıl ve cahil şehir arasındaki farkları şöyle dile getirir:
“Hayrın efdali ve kemalin âlâsı-şehirden uzak topluluk merkezlerinde değil şehirlerin sınırları içinde elde edilir. Şunu söyleyelim ki hayır nasıl arzu ve iradeyle elde edilirse, kötülük de arzu ve iradeyle elde edilir. Dolayısıyla bir şehrin sınırları içindeki yardımlaşmanın kötü amaçlara doğru yönelmesi de mümkündür. Fakat sakinlerinin ancak saadete erişmek maksadıyla kurulan şehir fazıl bir şehir olur… Cahil şehir öyle bir şehirdir ki halkı saadeti ne tanırlar ne düşünürler. Kendilerine öğretilse bile ne onu kabul ederler ne de ona inanırlar. Onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serazad olmak, saygı ve itibar kazanmak gibi zevahire, hayatın gayesi nazariyle bakarlar. İşte bu şeylerin her biri cahil şehir halkınca birer saadet sayılır. Onların en büyük saadetleri de bütün bu şeylerin bir arada toplanmasıdır. Onlara göre saadetin zıtları bedbahtlık, hastalık, fakirlik, lezzetlerden mahrum olmak, istediklerini yapamamak ve itibarsız kalmaktadır. Bu şehir başka bir sürü başka şehirlere ayrılır; zaruri şehir, değiştirici şehir, bayağılık ve bedbahtlık şehri, haysiyet şehri, tagallüb şehri, cimaî şehir, fasık şehir, değişmiş şehir, şaşkın şehir. Bu şehirlerin kralları fazıl şehir krallarının zıddı, idarecileri de fazıl şehir idarecilerinin zıddı sayılırlar; halkı da öyledir.” (Farabi, el-Medinetü’l-Fazıla, s. 80-91)
Şehrin sakinlerinin şehrin kimliğini oluşturan inanç ve ideallere uygun davranması, şehrin kültüründen ve refahından yararlanması, şehri tanır hale gelmesi, şehri sahiplenmesi ve yaşadığı şehre değer katacak bilince ulaşmasıyla şehirli kimliği ortaya çıkmış olur. Adaletle yönetilen böyle bir şehirde hayat kalitesi yükselir, toplumun refahı ve mutluluğu artar. Farabi böyle bir şehir için yukarıda geçtiği üzere faziletli şehir ifadesini kullanır. Onu, sağlıklı bir vücuda benzetir.
Şehirlerin kendilerine özgü bir ruhu vardır. Bu özelliği tam olarak İslam şehirlerinde görmek mümkündür. Mabet, mektep, mahalle, sokak, ev, konuşulan dil, müzik, şiir, yeme-içme ve giyim-kuşam bu ruhtan izler taşır. İslam şehrinde komşuluk ilişkileri üst seviyededir. Çevre temizliğine ve tanzimine dikkat edilir. Sokak hayvanlarına merhamet edilir. Şehir, mensubu olduğu milletin kültür ve medeniyet birikimini nesilden nesle aktarımda önemli bir köprü vazifesine sahiptir.
Müslümanlar kendi hayat anlayışları doğrultusunda yeni şehirler kurmuşlar veya daha önceden kurulmuş olan bazı şehirleri yeniden planlamışlardır. İslamiyet’le birlikte şehircilik alanındaki ilk düzenlemeler Rasul-i Ekrem (sav) tarafından hicretten sonra kendisine nispetle Medinetü’n-Nebi adını alan Yesrib’de yapılmıştır. Bu süreçte İslam şehir modeli ortaya çıkmıştır. İslam şehrinin ortaya çıkmasında, İslamiyet’i bir bütün olarak yaşayabilmek, öğrenebilmek ve öğretebilmek için belirli iskân yerlerine ihtiyaç duyulması etkili olmuştur.
Kıymetli okurlarımız, kentsel dönüşüm ile birlikte menfi (olumsuz) yönde ciddi bir zihinsel dönüşüm yaşıyoruz. Şehirlerimizle birlikte zihinlerimiz de İslami şuurumuzu kaybediyor. Konunun önemine binaen bu sayımızda sizlerin huzuruna “Medine ve Medeniyet” dosyasıyla çıkıyoruz.
Huzurlarınızda olmamıza yazdıkları kıymetli makaleleriyle vesile olan bütün yazarlarımıza en kalbi teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Siz değerli okurlarımızı, “Medine ve Medeniyet” hususunda doğru bir şekilde bilgilenmek ve şuurlanmak için dergimizi baştan sona okumaya davet ediyoruz.