Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

İçi Boş Mazeretlerle Helal-Haram Sınırı Çiğnenmemeli

  • 08 Temmuz 2020
  • 1774 Görüntülenme
  • 451. Sayı / 2020 Temmuz
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Osman Nuri Topbaş
Tüm Yazı Arşivi



İnsanların maddeye râm olduğu günümüzde her Müslüman’ın, her zamankinden daha ziyade yüksek bir ahlâkî yapıya sahip olması, Allah korkusuyla hareket etmesi ve kul hakkına son derecede mesuliyet hissi içinde bulunması zaruridir.

 

Bugün Müslüman, kendisini kapitalizmin her türlü şerrinden korumaya çalışmalı, parayı hırs ve ihtiras hâline getirmekten kaçmalı, hangi hâl ve şartlar içinde olursa olsun Allah korkusu, Allah rızası, topluma merhamet, İslâm ahlâkı, kul hakkına riayet, haram-helâl sınırlarını içi boş mazeretlerle çiğnememek gibi salih bir mü’minde bulunması gereken özelliklere sahip olmalıdır…

 

 

Kapitalizmin meydan bulduğu ve yeşerdiği saha, kanaat ve tevekkülün zaafa uğrayıp da hırs, ihtiras ve ekseriyetle haksız kazancın arttığı ortamlardır. Bu bakımdan mü’min gönüller, kendilerini öncelikle ihtiras ve hırs noktasında tasavvufî bir eğitimden geçirmelidirler. Bu da kanaat ve tevekkülle gerçekleşir. Kanaat ise, gerçek zenginlik olup herkesin, mal ve mülk ihtirasına karşı esaret ve kölelikten kurtulması demektir.

Dolayısıyla bir Müslüman, nefis tezkiyesi ve kalp eğitiminden geçmezse, paradan başka sınır tanımayan kapitalizmin çarkları arasında perişan olur.

Çünkü gerek kapitalist, gerekse sosyalist sistemlerin yapısında fazilet ve kalbî özelliklere yer yoktur. Birinde mülk toplumundur, birinde ferdindir. Her ikisinde de çıkarcı ve sömürücü bir zihniyet hâkimdir. Fertler, bir çarkın dişlisi hâlinde telakki edilir. İslâm’da ise mülk, Allah’ındır. Menfaat ve sömürmek asla yoktur. İslâm iktisadı, insanın problemini çözmekle başlar. Paylaşmak ve başkalarına, bilhassa ihtiyaç sahiplerine faydalı olmak; şarttır, farzdır. Öyle ki, Cenab-ı Allah, bunu fakirlerin hakkı olarak ilan eder:

“Sâilin (muhtacın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (Zâriyât, 51/19)

Bu düstur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gönülleri kaynaştırma vesilesidir. Yani İslâm’da para; bir ihtiras kaynağı değil, yerine sarf edilmesi gereken bir emanettir. Bu emanet yerinde kullanılır, yerine sarf edilir ve muhtaç ile mahrumun hakkı da gözetilirse, o zaman büyük bir ibadet kaynağıdır. Ancak böyle bir kıvam için paranın nereden ve nasıl kazanıldığı da çok mühimdir. Zira kazanılan her şeyin bir kazanma şekli vardır ve o şekle göre insanın gönlü şekillenir. Harcamalar da bu şekillenişe göre gerçekleşir. Bu bakımdan kazancımızın şekline son derece dikkat etmemiz zaruridir.

İnsanlar hangi kazanç yollarına yöneliyorlar?

Bu hususta en genel manada iki türlü kazanç söz konusu olmaktadır:

Birisi, dini ve vicdani ölçüler içerisinde elde edilen kazançtır. Bunun içerisinde ilâhî ölçülere riayet vardır. Ticaret ahlâkı vardır. Helâl, vazgeçilmez prensiptir. Menfaatperestlik ve kandırma yoktur. Bu kazanç, zahiri bakımdan fazla bir artış göstermese bile bunun manevi artışı devamlı yükselir. Çünkü bu servetin infakı, hayır ve hasenatı çoktur. Ferdi, merhamet ve vicdan huzuruna kavuşturur. Böyle kullar, bütün mahlûkata karşı merhamet ve şefkatli olurlar. Bu merhamet, bize de merhamet olunmasının yegâne vesilesidir. Rasûlullâh (sav) Efendimiz buyururlar:

“Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!”

Ya ikincisi?

İkincisi ise belli bir otorite ve güç etrafında elde edilen kazançtır. Bu, genellikle haksız kazançtır. Kayırma ve rüşvet gibi yollarla yığılan kanserli bir servettir. İnsanın elinde bir anda şişen balon gibidir. Bu balonların kimi dünyada patlamakta, kimi de mahşerde patlayacaktır. Bunun zahirî artışı yüksektir. Ancak manevi tarafı, baştan sona kayıptır ve ebedî bir iflâstır. Dolayısıyla bu kazanç; infaka, hayır ve hasenata kolay kolay sarf olmaz. Belki cüz’î bir kısmı…

Maalesef günümüzde ikinci tür kazanç yolu, herkese daha cazip gelmekte ve kapitalist nizam da bunu iyice körüklemektedir. Ne hazin ki, nice mü’min gönüller de bu akıntıya kapılmaktadırlar. Çok kimse, önce kazanmanın derdi ve hırsı içine girmektedir. Oysa önce elde edilecek kazancın, dünya huzuru ve ahiret hesabını yapmak şarttır. Kalpler ihtirastan katılaşıp ahiret düşünülmediğinde, insanoğlu hak-hukuk tanımayan, gaspçı ve acımasız bir varlığa dönüşebilmektedir. Yani kapitalizm, insanları ihtirastan vahşîliğe itmektedir. Bu gerçeği görmek için dünyada yaşananlara şöyle bir bakmak yeter. Para uğruna bugün yapılan istismar ve zulümler, hangi insanlığa sığar? Bir bomba atılıyor, bitki-hayvan, çoluk-çocuk, hasta-yaşlı ayırt etmeden perişan ediliyor. Ne merhamet var, ne şefkat! Masum ve mazlum kanlarıyla boyanan kanlı para, hangi insanlığı imar ve inşa edecek?

Yani acımasız kapitalizm, gün geçtikçe insanı, sadece paraya râm ederek, parayı bir put hâline getiriyor.

Peki, İslâm nasıl bir hassasiyet çerçevesi telkin eder?

İslâm, her meselede olduğu gibi servet karşısında da kulu, Allah’a karşı mesul addeder. Zira Allah, her şeyi insana emanet olarak vermiştir. Ayet-i kerimede:

“Nihayet o gün (dünyada faydalandığınız) nimetlerden muhakkak hesaba çekileceksiniz!..” (Tekâsür, 102/8) buyrulmaktadır.

İşte servet, bu hesap ve mesuliyet ölçüleri içerisinde elde edilmelidir. Hiçbir yanlış adımın, doğru bir mazeret ve niyeti olamaz. Hele “ben ileride hayır yapmak için kazanıyorum” diyerek haram-helâl ölçülerini çiğnemek, en hayırsız yönelişler ve nefsin aldatmacalarıdır. Çünkü İslâm; “İstediğin gibi kazan, istediğin gibi harca!” şeklinde bir anlayışı asla kabul etmez. Kapitalizmin temelini teşkil eden “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin!” mantığını da İslâm, kesin olarak reddeder.

İnsanların maddeye râm olduğu günümüzde her Müslüman’ın, her zamankinden daha ziyade yüksek bir ahlâkî yapıya sahip olması, Allah korkusuyla hareket etmesi ve kul hakkına son derecede mesuliyet hissi içinde bulunması zaruridir.

Meselâ yaşanan ticari zorluklar ve tıkanmalar karşısında, haksız finansman teminine bulaşmamalı, bu tür sıkıntıları, finans kurumları vasıtasıyla bertaraf etmelidir. Ne olursa olsun faize bulaşmamak, hem dünyevî, hem de uhrevî mesuliyetlerimiz ve huzurumuz bakımından en büyük meselemizdir.

Ayrıca kendimizi ve mülkümüzü temiz tutabilmek için dikkat edeceğimiz bir başka husus, ihalelerde bahşiş diye verilen rüşvetlerden kaçınmaktır. İsimler ne kadar değişirse değişsin, mahiyetler değişmez. Haramlara konulan farklı ve sıcak isimler, iç muhasebemizi körelten, boş teselliler ve cehennem yaldızlarıdır. Hadisi şerifte buyurulur:

“Rüşvet alan da veren de ateştedir.”

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

451. Sayı Temmuz 2020