Bataklık içinde doğmuş ashab-ı kiramı anlamak için tefekkür etmemiz lazım. Nasıl bir hayattan geldiler, nasıl bir nimete ve nasıl bir lütfa sahip oldular? Bunu özellikle tefekkür etmemiz lazım. Çocuklarımıza ashab-ı kiramı anlatırken bu noktadan başlanmalıdır. Çünkü çocuklarımız doğduğu gün ezan dinlemeye başlıyorlar. Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilmiyorlar.
Aziz kardeşlerim,
Rasûlullah (sav) Efendimizin ilk iman eden insanlardan oluşan ashabı, bizim “ashab-ı kiram” diye bildiğimiz ilk nesil hakkında bazı tespitlerimizi yeniden hatırlamamızda fayda var.
Öncelikle, ashab-ı kiram diye andığımız insanlar yüzde yüz bizim gibi insan olan kimselerdirler. Onları melekler, cinler veya farklı bir mahlûk şeklinde anlamamız doğru değildir. Ashab-ı kiram, bizim gibi eli, kolu, gözü, ayağı, midesi, bağırsağı olan insanlardır. Onlara insanüstü herhangi bir mevki takdir edersek yanılmış oluruz. En başta, en büyükleri Ebu Bekir(ra) olmak üzere ashab-ı kiramın tamamı insandılar. Bu çok önemli bir noktadır. Şeytan özellikle onları insanlık üstü bir noktaya taşımamızı ister.
Bu sözü tekrar vurgulayarak söylüyorum: Ebu Bekir (ra)’ın, Ömer (ra)’ın melek gibi biri olduğuna inanmamız şeytanın işine gelir. Çünkü sürekli meleklerle oturup kalkan, melek gibi anlayışı ve pazısı, dili, ayağı olan insan bizim yetişemeyeceğimiz, yaptığını yapamayacağımız bir insan olacağı için şeytan ister ki Ebu Bekir (ra)’ı farklı görelim. Şeytan “Eh, onun gibi bir insan olmak kime nasip. O farklı yaratıldı bir kere” dememizi ister. Öyle olunca da bize Ebu Bekir’in kıldığı namazı, Ömer’in tuttuğu orucu, Osman’ın ahlakını, Ali’nin cihadını (ra) taklit edemeyeceğimizi kabul ettirir. Bu da bizim aleyhimizedir.
Hayır, bizzat Rasûlullahsallallahu (sav) de insandı. Kur’an’ımız Peygamber(sav)’in bile insan olduğunu, insan olarak kulluk yaptığını bize haber veriyor. Onun yanındakiler zaten insan olarak doğdular, insan olarak yaşadılar, insan olarak öldüler. Bu birinci gerçeğimizdir.
Kardeşlerim,
Ashab-ı kiram hakkında -Allah onlardan razı olsun- bilmemiz gereken ikinci büyük gerçek şudur: Rasûlullah (sav) Efendimize peygamberlik gelince Allah Teâlâ vakumlanmış, tertemiz, hiçbir sorunu olmayan on bin kişilik orduyu; “İlk iman edenlerin bunlar olacak!” diye getirmedi. Allah hiçbir peygambere de böyle bir nesil vermedi.
Ustaların ağaçtan-taştan yontup kullanılacak mobilya yaptığı gibi Allah’ın peygamberi Rasûlullah (sav)başta olmak üzere bütün peygamberler ağaçtan yontar gibi, taştan yontar gibi taşlaşmış yürekli insanlardan, ağaçlaşmış bedenli insanlardan kendilerine iman edecek kimseler bulmaya çalıştılar. Bütün hocaların, öğretmenlerin bunu bilmesi gerekiyor.
Belki sadece Peygamber (sav) Efendimizin hanımı anamız Hatice bunun dışında, istisna tutulabilir. Çok ciddi bir şekilde, hazır lokma gibi Rasûlullah (sav)’e iman etti, bir dakika bile tereddüt etmedi. Belki bir tek onun için iman etmeye hazırdı denebilir. Onun dışında ashab-ı kiramın tamamı için geçerli bir kural şudur: Peygamber’imiz, hiçbir şekilde Allah’ın hazır iman edecek kullarının peygamberi olmadı. Tam aksine beş-onu istisna tutulacak olsa bile ashab-ı kiram büyük bir bataklığın içinde idi. Kur’an-ı Kerim onlara böyle haber veriyor. Allah, “Ateş çukurunun etrafında dolaşıyordunuz” buyuruyor: “Ateş çukurunun etrafındaydınız da bu peygamber geldi, sizi kurtardı.”
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız