Yani ümitsizliğe mahal yok; eğer ümmetin içine düştüğü bu durum için endişeleniyor, elleriniz şakaklarınızda ümmetin bu hali için geceleriniz, uykularınız gidiyor, elinizden geldiği kadar muttaki mümin olmaya çaba gösteriyorsanız müjdeler olsun! “Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.” (Hud, 11/49) ayet-i kerimesinin kapsamına girdiniz, istikbal sizin ve derdiyle dertlendiğiniz bu ümmetin demektir.
Bu önemli ve fakat doğru anlatılmadığı ve anlaşılmadığı takdirde tehlikeli düşüncelere yol açabilecek mevzuları okurken çok dikkatli olmalıyız. Zira elektrik akımını sağlayan kalp, Allah’tan uzaklaştığında, manevi vücudunuza döşenen ilahi feyiz yine manevi sigorta atacağından arızalanabilir. Bu örneği biraz daha somutlaştırarak anlatırsak; bir evde döşeli bulunan tüm elektrik önce evin sigortasına ulaşır ve onun dağıtımıyla kullanılabilir. Eğer merkeze bağlı olan sigorta arızalanırsa elektrik kullanılamaz hale gelir. Yüce Allah İslam’a gönül vermiş, iman etmiş kullarının iç dünyalarını adeta elektrik telleri gibi manevi feyizlerle donatmıştır. Manevi vücudun tüm uzuvlarına bağlanan bu elektriğin sigortasının çalışması ise bu vücudun kelime-i tevhit ile kurduğu alaka ve irtibata göre işlerlik kazanır. Yani manevi vücudun, kalbin sigorta sistemi direk olarak Allah inancına bağlıdır; kaynağı, menşei bizzat Allah Teâlâ’dır. Bu bağı kuvvetlendirebilir, sigorta irtibatını sağlayabilirsek gönül âlemi nura gark olacak, iç dünyanız aydınlanacaktır. Fakat bu sigortaya kendi kaynağına yabancı teller takar, şeytandan, İslam düşmanlarından ithal olan şeyler karıştırırsanız çalışmaz hale gelecek, patlayacak ve elektriği kontrol edemeyecek; netice olarak da iç dünyanız karanlıklara gömülecek, ilahi feyiz ve bereketlerden mahrum kalacaktır. Bu netice ile iç âlemimizi karartmamak için ameller, ibadetlerle, takvalı yaşayışla sigortamızı kuvvetlendirip, onu yabancı maddelerden ve dışarıdan kötü niyetle uzanan ellerden muhafaza edebilir, kelime-i şahadeti hem dilimize hem de gönlümüze yerleştirebilirsek ilahi feyizden nasipdar olabilir, Allah ile olan irtibatımızı da daima diri tutabiliriz. Çünkü ruhumuz Allah kaynaklıdır ve yalnızca Allah’ta huzur bulabilir. Bu nedenle dünyaya ait işlerle sürekli meşgul olanlar huzuru bulamaz, mutlu olamazlar. Zira dünya ve cisme ait şeyler ruhumuzu besleyemez ve onu sükûnete erdiremez, iç dünyamızı da aydınlatmaya yetmez. “Kimin hükmü Allah’ın kinden daha güzeldir?” (Maide, 5/50) Allah’tan daha iyi hükmeden, bizi O’ndan daha iyi tanıyan ve anlayan yoktur. Dolayısıyla bizim için en iyi din, en iyi sistem ve nizam da bizi en iyi tanıyan tarafından gönderilen İslam nizamıdır. Ve son olarak da dünyada yalnızca bu sistemi benimseyen ve kendisini yaratanın istediği gibi yaşayanlar ancak kabirdeki “Rabbin kim?” sualine “Rabbim Allah’tır.” deme hakkını elde edeceklerdir.
DAR BİR BOĞAZ
Bahsini ettiğimiz bu mevzuların yazarken de okurken de dikkat edilmesi gereken konular olduğunu, öyle ki kendimizi bir mayın tarlasında gibi hissederek o denli dikkatli basılması gerektiğini defaatle ifade ediyoruz. Hem sizleri hem de bizleri ilgilendiren bu hassasiyet gereği belki her mecliste bu şeffaflıkla anlatıldığına, yazıldığına pek rastlayamayacağımız bu mevzuları ele alırken hem net bir şekilde aktarmaya hem de seçici olmaya ve mayınlara basarak istemediğimiz yanlış düşüncelere yol açmamaya gayret ediyoruz. Bunların yanında bu satırlara şahit olan her bir okurun da amelini, ibadetini, kulluğunu en az kendi nefsimiz kadar düşünüp, üzerine titrediğimizi bilip; fikren ve ruhen teslim olmuş bir halde bu mesajları almasını istirham ediyoruz. Bu nedenle başlıktan da anlaşılacağı üzere giderek daha derin ve dar bir boğaza doğru yol alırken konunun hassasiyetini bir kez daha ifade etsin için öncelikle girizgâh niyetine Rasülullah (sav) ve ashab-ı kiram arasında geçen şu hadiseyi nakletmek istiyorum:
Efendimiz (sav) ashabı ile mescitte sohbet halinde iken şu ayet-i kerimeyi tilavet ettiği sırada henüz İslam ile müşerref olmamış Adiy bin Hatem içeri girer:
“(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler…” (Tövbe, 9/31)
Kendisi o sırada Hıristiyan dinine mensup olan Adiy bin Hatem işittiği bu sözlere hemen itiraz ederek Hz. Peygamber (sav)’in yanına gelir ve kendi dinlerinde papaz ve rahiplerin rab ilan edilmediğini, ilah kabul edilmediğini söyler. Bu itiraza cevap veren Efendimiz ise şöyle buyurur:
“Gerçek şu ki o papazlar Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal, helal kıldığı şeyleri de haram kabul ettiler. Siz de onlara uyup kitaplarınızdaki buyrukları atıp, o papazların görüşlerini kabul ettiniz. Böylece Allah’ı bırakıp onları rab kabul etmiş oldunuz.” (İbn-i Kesir Tefsiri c. 2, sf. 348; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili c. 4, sf. 2532)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız