Arap Baharı adı verilen sürecin başladığı yer olan Tunus’ta halkın kazanımlarını geri almak isteyen dikta rejimleri ve Avrupa’nın sözde demokratik rejimleri daha önce muhtelif taktiklere başvurdular. Ancak bu taktikleri büyük ölçüde başarısız oldu. Ne var ki, halka verdiği sözlere sadık kalmayan Cumhurbaşkanı Kays Said’in hırsları onların işlerini kolaylaştırdı ve Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin Tunus’ta da Mısır’daki Sisi’ye benzer bir diktatör çıkarmak amacıyla hazırladıkları planların hayata geçirilmesi için önemli adımlar atıldı.
Tunus’ta tek adam diktatörlüğünü her alanda hâkim kılmaya çalışan Kays Said, ülkedeki İslami camianın ileri gelen fikir adamlarından ve siyasi liderlerinden Raşid El-Gannuşi’yi Ramazan bayramından birkaç gün önce zindana gönderdi. Aynı zamanda onun liderliğini yaptığı Nahda Partisi’nin ileri gelenlerinden de birçok kişi tutuklandı. Nahda Partisi ise kapatıldı.
Kays Said’in İslami kesimi temsil eden liderlere ve onların siyasi oluşumlarına karşı savaş vermesinin herhangi bir hukuki gerekçesi bulunmuyor. Tek amaç, diktatörün kendisine muhalefet eden veya edebilecek herkesi susturmak ve daha önce Habib Burgiba ile Zeynelabidin bin Ali’nin hâkim kılmış olduğu tek adam diktatörlüğünün aynısını yeniden hâkim kılmak.
Kays Said üstelik böyle bir diktatörlüğü hâkim kılma çabalarını “Ulusal Kurtuluş Savaşı” olarak isimlendiriyor. Ülkenin halkına, değerlerine, bu ülkede zulmün son bulması için siyasi ve fikri mücadelelere öncülük edenlere karşı yürütülen ihanet savaşını Ulusal Kurtuluş Savaşı olarak isimlendirmek, Kays Said’in isim ve kavramları çarpıtma konusunda yeni bir sinsiliği olsa gerek. Bu yönteme daha önceki zulüm uygulamalarında da başvurmuştu.
Ancak Kays Said’in bu kadar ileri gitmesi sadece kendi gücüne güvenmesinden kaynaklanmıyor. Bugün dünya genelinde İslamî duyarlılığa ve bilinçlenmeye karşı bir savaş yürütülüyor. Bu savaş farklı bölgelerde farklı şekillerde kendini gösteriyor. İsveç’te Kur’an-ı Kerim yakanlara güya “düşünce özgürlüğü” diye her türlü kolaylığın sağlanmasıyla, Hindistan’da Müslümanlara yönelik saldırılarla, Tunus’ta diktatörlüğe muhalefet etmelerinden dolayı siyasi liderlerin demir parmaklıkların arkasına konmalarıyla kendini gösteriyor.
Arap Baharı adı verilen sürecin başladığı yer olan Tunus’ta halkın kazanımlarını geri almak isteyen dikta rejimleri ve Avrupa’nın sözde demokratik rejimleri daha önce muhtelif taktiklere başvurdular. Ancak bu taktikleri büyük ölçüde başarısız oldu. Ne var ki, halka verdiği sözlere sadık kalmayan Cumhurbaşkanı Kays Said’in hırsları onların işlerini kolaylaştırdı ve Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin Tunus’ta da Mısır’daki Sisi’ye benzer bir diktatör çıkarmak amacıyla hazırladıkları planların hayata geçirilmesi için önemli adımlar atıldı.
Kays Said, halkın küçük çaplı bazı protesto eylemlerini bahane ederek, 25 Temmuz 2021’de, Anayasanın 80. maddesinin kendisine verdiği yetkileri kullandığı iddiasıyla hükümeti görevden almak ve Meclis’in çalışmalarını dondurmak suretiyle siyasi darbe gerçekleştirdi.
Oysa diktatörlüğe heveslenen Said’in sözünü ettiği madde ona bu yetkileri vermiyordu. Olağanüstü hal ilanıyla ilgili bu madde, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden tehlikeli gelişmeler olması durumunda cumhurbaşkanının olağanüstü hal uygulayabileceğini söylüyordu. Oysa ortada böyle tehlikeli gelişmeler değil basit gösteri eylemleri vardı. İkinci olarak söz konusu madde cumhurbaşkanının yetkisini kullanmak için Meclis ve hükümet başkanlarıyla istişare etmesini isterken Said, hükümeti görevden almış, Meclis Başkanı Raşid El-Gannuşi’yi Meclis’e sokmamıştı. Üçüncü olarak söz konusu madde olağanüstü hal kararı alınması aşamasında Meclis’in sürekli oturum yapmasını isterken Said, onun çalışmalarını tamamen dondurmuştu.
Said, 11 Ekim 2021’de Necla Buden Ramazan isimli bayana darbe hükümetini de kurdurdu.
Yeni diktatör halkın oylarıyla seçilen milletvekillerinin oluşturduğu Meclis’i tamamen devreden çıkardığı için kurulan hükümetin bir yerden güvenoyu alması gerekmiyordu. Diktatör Said’in onaylaması yeterli oldu.
Ortada bir Meclis olmadığı için hükümetin cumhurbaşkanı dışında kimseye hesap vermesi de gerekmiyordu ve hakkında gensoru önergesi verilemeyecekti.
Said daha sonra, Anayasanın işine yaramadığını belli ederek, onu askıya alması anlamına gelen açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalardan sonra yeni diktatör kendisinin iki dudağının arasından çıkacak sözlerin Anayasa hükmünde olduğu telkinleri de yapmış oldu. Bu tavırları onun kendisini pohpohlayanların ve besleyenlerin verdiği cürete dayanarak Burgiba ve Bin Ali dönemindekine benzer tek adam diktatörlüğüne geri dönmek istediğini açıkça ortaya koyuyordu.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız