Sayı : 504   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Hususi Fikirler

Mustafa Çelik

Egemenlik İhtirası Ehliyet ve Liyakata Saldırıdır

  • 09 Aralık 2017
  • 1871 Görüntülenme
  • 420. Sayı / 2017 Aralık



Egemenlik ihtirası; ümmetin kendi liderini (imamını, emirini, halifesini) istişare ile seçme haklarını ortadan kaldıran kuvvete dayalı fiili bir despotizmdir. Egemenlik ihtirası, farklı tekliflere ve düşüncelere karşı (velev ki bu nasihat bile olsa) düşmanca bir tavır takınmayı beraberinde getiren bir belâdır. Bu belâda kurtuluş arayanların memleketleri her gün kerbelâdır.

 

Egemenlik ihtirası, güç zehirlenmesine çıkartılan bir davetiyedir. Egemenlik ihtirası, imanın önüne geçince aklı, kabiliyeti yok eder. Hırs, dünyanın en büyük fakirliğidir. Hırslı insan doyumsuzdur. Hırslı insanın zihni kara, aklı ukaladır.

 

Egemenlik ihtirası, emanete ihanet etmeyi, işi ehline vermemeyi zorunlu kıldığı için İslâm dışıdır. İslâm toplumunda emanetin veya işin ehil kimselere verilmesi, esası aslidir. Kur’an’a iman etmiş olanlar için işi ehline vermenin, emaneti hakkını verecek kimseye teslim etmenin bir mesuliyet olduğunu bilirler.

 

İtikadi, ahlâki, içtimai, siyasi ve iktisadi boyutları bulunan egemenlik ihtirası, ahlâk-ı seyyiedendir. Egemenlik ihtirasının hüküm sürdüğü yerde haysiyet cellatlığı baş gösterir. Ehliyet, kabiliyet ve liyakat saldırıya uğrar. İnsanlar ilimlerine ve amellerine göre değil, servetlerine ve kuvvetlerine göre muamele görürler. Âlim olan değil, haklı olan değil, cahil olsa bile kuvvetli olan, zengin olan öne geçer. İhtiraslarına yenik düşmüş idarecilerden zorbalık, hukuksuzluk, batıl uygulamalardan başkası beklenemez. Rabbimiz buyuruyor: “Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar” (Hûd, 11/116)

“Biz hangi ülkeye uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın varlıkla şımarmış kimseleri: Biz, sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz, dediler. Ve dediler ki: Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz. De ki: Rabb’im, dilediğine rızkı yayar ve kısar; fakat insanların çoğu bilmezler” (Sebe, 34/34-36)Allah hiçbir beldeye peygamber göndermemiştir ki, lider durumundaki makam ve servet sahibi mütrefler onları yalanlamasın.” (Tefsîr-i İbn-i Kesîr, C:3, Sh: 540) Dinde takva ölçüsünün dışlandığı, hiçe sayıldığı her yerde egemenlik ihtirası hüküm sürüyor demektir. Kişisel çıkarlarını, şahsi kanaatlerini hırs ve ihtiraslarını Allah’ın ayetleri ve Peygamber hadislerinin/sünnetlerinin yerine ve önüne geçirenler, Allah’ın dinine kayıtsız, şartsız teslim olan Müslümanlardan sayılmazlar. Onlar gayr-i meşru ihtiraslarına kurban gidenlerdir.

Egemenlik ihtirası; ümmetin kendi liderini (imamını, emirini, halifesini) istişare ile seçme haklarını ortadan kaldıran kuvvete dayalı fiili bir despotizmdir. Egemenlik ihtirası, farklı tekliflere ve düşüncelere karşı (velev ki bu nasihat bile olsa) düşmanca bir tavır takınmayı beraberinde getiren bir belâdır. Bu belâda kurtuluş arayanların memleketleri her gün kerbelâdır.

Müslümanlar arasında gayr-i meşru egemenlik ihtirası, bir tezyif, tahkir ve tekfir kapısıdır. Egemenlik ihtirasına kapılan kendisinden başka Müslüman görmez. Gördüğü Müslümanları da sadece kayıtsız şartsız kendisine itaat eden köleler olarak görür. Dolayısıyla egemenlik ihtirası, hürriyet katillerinin sayılarını çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz. Egemenlik ihtirasına kapılmış olanların akılları ön yargılarının döküm kalıplarında taşlaşmıştır. Onlar nezdinde kabiliyetin, ehliyetin ve liyakatin hiçbir değeri yoktur. Onlar taş kafalı, boş kafalı ve loş kafalı olanlardır. Onlar hoş kafalıları anlayamazlar.

İslâm âlimleri, gayr-i meşru ihtiraslara dayanan davranışlara, kabile ve aşiret hamiyetinden kaynaklanan taşkınlıkları, sünnette yer alan “asabiyet” kavramıyla ifade etmişlerdir. Tarih boyunca Müslümanların, cahiliye âdeti olan ve farklı kavimlere mensup insanları birbirinin kurdu haline getiren bu hastalıkla meşgul olduklarını söyleyebiliriz. Bütün muteber kaynaklarda “Fitnetû’l Kübra Dönemi” (en büyük fitne dönemi) şeklinde ifade edilen ve Halife Hz. Osman (ra)’ın şehadetiyle başlayan bu zaman dilimi, kabile ve aşiret taassubunun hızla yayıldığı bir zaman dilimidir. Siyasi keyfiyete haiz olan bu taassubun, saltanat ihtirasını ön plana çıkarttığı ve itikadi fırkaların gündeme girmesine vesile olduğunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Günümüzde “kavmiyetçilik-milliyetçilik- ırkçılık” gibi kavramlarla ifade edilen bu hastalığın, Aydınlanma felsefenin yayılmasından sonra, “Faşizm ve Nazizm” gibi ideolojileri ön plana çıkardığını ve dünya savaşlarına sebep olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla bu hastalık, bazılarının zannettiği gibi basit bir hastalık değildir. (Devlet ve Siyaset Üzerine Notlar/Yusuf Kerimoğlu, Sh: 266, 269, Ankara/2008)

Egemenlik ihtirası; afaki putların istilâsından önce enfüsi putların istilasına yenik düşmektir. Başka bir ifadeyle dini dünya ile takas etmektir. Dünya zevkleri, içimizde çırpınan pek çok ihtirasın habercileridir. Zevkler gıdıklandıkça, emeller artar. Fazlalaşan emeller, elemleri de beraberinde getirir. Emelperest olmak insanı dünyaya bağlar. Nefsi doyurmak mümkün olmadığı için, onun beslenmesine yarayan emellerin de sonu yoktur. Her emel, sonunda bir elem meydana getirir. Bu yüzden emele, elem bozuntusu denilmiştir. Şairin dediği gibi,

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

420. Sayı Aralık 2017