Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Ruhun Kanseri, Benlik ve Kibir

  • 09 Aralık 2017
  • 3836 Görüntülenme
  • 420. Sayı / 2017 Aralık



İnsan; güç-kuvvet, zenginlik, ilim ve makam-mevki gibi fani üstünlüklere sahip olunca kendini büyük görme hastalığına düşebilir. Bundan kurtulmanın yolu, nefis tezkiyesidir. Çare; insanın hiçliğini tefekkür etmesi, tevazu hasletini kazanması, sahip olduklarını da Hak’tan emanet bilerek şükrünü eda etmeye çalışmasıdır.

 

Kibrin en çirkin tezahürlerinden biri, hak ve hakikati söyleyenlere karşı kibirlenmektir. Nitekim Firavun ve Nemrut gibi, Ebû Cehil ve avenesi de kendilerine hakikatleri getiren Allah Rasûlü (sav) e kibirlerinden dolayı inanmadılar. İlk müslümanların fakir-fukara, köle ve zayıf kişilerden oluşması da onların kibrine dokundu.

 

Hazret-i Mevlana; insanın acziyetine bakmadan, hiçliğini idrak edemeden, enaniyet davasına kapılmasını şu hikâye ile tasvir eder: Küçük bir fare kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kibir ve gururla kurula kurula gidiyordu. Deve; uysal tabiatı sebebiyle, onunla yol alıp giderken fare, kendi küçüklüğünü göremeden;

–Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim! diye böbürleniyordu.

Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, manidar bir şekilde;

–Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden! Neden durakladın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak, sana yaraşır mı? dedi.

Mahcup düşen fare, kekeleyerek şöyle cevap verdi:

–Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.

Deve suyun içine girip;

–Ey kör fare! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok! dedi.

Fare çaresiz ve mahcup itirafına devam etti:

–Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.

Bunun üzerine akıllı deve, fareye şu nasihatte bulundu:

–Öyleyse, gurur ve kibre kapılıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Bu yaptığını hoş görmeme aldanıp şımarma; çünkü Allah, şımaranları sevmez!..

Var git; sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş!

Artık, iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fare;

–Tevbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir! diye yalvardı.

Böylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da:

–Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zira vazifem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir, dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi.

Hazret-i Mevlana’nın Mesnevî’de anlattığı bu hikâyede fare; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür. Deve ise; sabırlı, tecrübeli, hünerli ve kâmil bir insanın remzidir.

Hazret-i Mevlana bu kıssadan çıkarılması gereken nükteleri de yine kendisi şöyle ifade buyurur:

“İblis, önceleri melekler arasında büyük tanınmış, kendini üstün görmeye alışmıştı. Bu alışkanlığı yüzünden şımardı ve Allah’ın emrinin azamet ve haşmetinin farkına varmadı; Âdem’i (as) hakir, aşağı gördü. Böylece aşağıların aşağısı bir akıbete duçar oldu…”

Cenab-ı Hak, iblise; “Âdem’e secde et!” (Bakara, 2/34) dedi. O ise, kibrinden ötürü, Allah’ın verdiği akılla, Allah’a karşı cidale girişti. “Ben ondan üstünüm, ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan yaratıldı.” (Araf, 7/12) gibi anlamsız itirazlarda bulundu.

Hâlbuki Allah Teâlâ ona; “Secde et!” (Bakara, 2/34) demişti;

“Sen mi üstünsün, insan mı üstün?” diye sormamıştı.

“Ateş mi üstün toprak mı üstün?” diye de sormamıştı.

İblis; itaatsizliğinden sonra tevbe etmek, pişman olmak yerine, ahmakça gururu sebebiyle inatla suçunu müdafaa etme yolunu tuttu. Gazab-ı ilâhîye ve sonsuz cehenneme bu kibir sebebiyle duçar oldu.

Hazret-i Mevlana buyurur:

“Bil ki, bakır, altın olmadıkça bakırlığını bilmez. Gönül de manevi kıvama ulaşmadıkça hatalarını görmez, süflîliğini anlamaz.

Ey gönül! Nefsin kibir ve gurur çukurundan kurtul da sen de bakır gibi kendisini cevhere dönüştürecek bir iksire hizmet edip bir altın hâline gel! Gönülleri kuşatan sevgiliye hizmet et!..”

“Bu sevgililer, gönül sahibi olanlardır. (Kalb-i selîm sahibi Hak dostlarıdır.)”

İnsan; güç-kuvvet, zenginlik, ilim ve makam-mevki gibi fani üstünlüklere sahip olunca kendini büyük görme hastalığına düşebilir. Bundan kurtulmanın yolu, nefis tezkiyesidir. Çare; insanın hiçliğini tefekkür etmesi, tevazu hasletini kazanması, sahip olduklarını da Hak’tan emanet bilerek şükrünü eda etmeye çalışmasıdır.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

420. Sayı Aralık 2017