İlimsiz, bilimsiz hareket etmek; bir Hıristiyanlaşma alâmetidir. Müslümanlar ilimle ve bilimle hareket eden sanatkâr insanlardır. Akıllarının, alınlarının terini yüreklerinin teriyle buluşturan Müslümanlar; ilimsiz, bilimsiz ve sanatsız olamazlar.
Avrupa, kiliseden kopmakla bilime ve sanata kavuştu; Müslümanlar ise camiden, cemaatten kopmakla ilmi, bilimi ve sanatı kaybettiler. Bir Müslüman için ilimden, bilimden ve sanattan kopmakla dinden kopmak eşdeğerdir.
Batılılar tahrif edilmiş ve bilime savaş açan Hıristiyanlıktan uzaklaşarak ilerlerken, Müslümanlar ilimle barışık olan İslam'dan uzaklaşarak geri kalmışlardır. Tahrif edilmiş Hıristiyanlıkla bilim arasında ortaya çıkan çatışmayı İslam ile bilim arasında da varmış gibi göstermek, dünyanın en büyük iftirasında bulunmaktır.
İslâm dünyasında bilim ve sanat düşmanlığı, Hıristiyanlaşmanın ve Hıristiyanlaştırmanın bir zaferidir. Bir Müslüman için ilim, bilim ve sanat aşkı, dindendir. Allah’ın dini bütün zamanlarda ve mekânlarda ilimi, bilimi ve sanatı emreder. Bundan ötürüdür ki; İslâm dini ile mukayyed bir hayat yaşayan Müslümanlar asırların insan güzelleri oluvermişlerdir.
İlim, bilim ve sanat ince meselelerdir. İnce meseleleri, kaba insanların ellerinden kurtarmaya çalışmak, zarif şahsiyetlilerin çilesidir. Bu çileye katlanmayanlar, ömür boyu kaba insanların kabadayılıklarına boyun eğmeye mahkûm olurlar.
İlimsiz, bilimsiz hareket etmek; bir Hıristiyanlaşma alâmetidir. Müslümanlar ilimle ve bilimle hareket eden sanatkâr insanlardır. Akıllarının, alınlarının terini yüreklerinin teriyle buluşturan Müslümanlar; ilimsiz, bilimsiz ve sanatsız olamazlar.
İnsanın yaratılış gayesi olan ibadet; ilimden, bilimden ve sanattan bağımsız değildir. İbadet kategorisinden çıkan ilim, bilim ve sanat; insanın ruhuna işkencedir. Allah’a ibadet; ilmi, bilimi ve sanatı gerekli kılar. Günde beş vakit namazın farz olması, oruç vb. ibadet ve ameller, her yerde evkat-ı şer’iyenin tayini meselesini ortaya çıkarıyor ve böylece Müslümanları Güneş’in ve Ay’ın hareketlerine dair tetkikler yapmaya sevk ediyordu. İşte bütün dini zaruretler daha miladın yedinci asrında iken Müslümanlar teşri, ahlak, siyaset ve ticaret ile meşgul oldular. Riyazî-felsefî ilimlerde araştırmalar ve incelemeler yaptılar. Halife Mansur ve onun yolunda yürüyen Me’mun, ilim adamlarını ve mütercimleri toplayarak kütüphaneler, medreseler, akademiler tesis ettiler. Bunlar her şehirde herkese açıktı. Yunanca, Süryanice ve Sanskirit dilinden Arapçaya tercüme ettikleri kitapların ağırlığınca tercüme yapanlara altın para verdiler. Avrupa’nın en ücra köşesinden gelen Hıristiyanlar, İslam medreselerine devam ediyorlardı. Sonradan Hıristiyan kilisesinin reisliğine kadar yükselmiş olan birtakım adamlar, İslam medreselerinde okumuşlardı. (2. Papa Silvester, Kurtuba’da ilim tahsil etmiştir.) Antakya ile Harran, doktorluk ilimlerinin en önemli tahsil merkezleri idi. Reyli Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriya er-Râzî’nin çiçek hastalığı ve kızamık hakkında yazdığı risaleleri bütün dünya okumuş ve istifade etmiştir. Râzî, tıbba ait 200 risale yazmış ve bunlardan bir kısmı Latince’ye tercüme edilmiş ve 1510’da Venedik’te basılmıştır. Ebu’l-Kasım’ın mesane taşını çıkarmak için yaptığı ameliyat, asrımızda en ileri giden cerrahların, operatörlerin yaptıkları ameliyatın aynı idi. İbn-i Sina’nın el-Kanun isimli eserinin asırlarca Avrupa’nın üniversitelerinde, tıp fakültelerinde okunduğu malumdur.Türk filozofu Farabî, İbn-i Sina ile el-Kindi’nin, Râzî, İbn-i Rüşd, Gazali, Tusi ve Musa Biraderler gibi dâhilerin muhalled eserleri, bir milleti bütün manasıyla yükseltecek, bir nesli her türlü terakkilere müstaid bir hale getirecek prensipler ve usullerle doludur. Bunların hepsi, hızını ve feyzini İslam Dini’nden almıştır. Çünkü İslam Dini bu yolda çalışmaları en büyük ibadet olmak üzere tavsif eder[1]. Eczacılık sanatını ilk önce Müslümanlar icat ediyor. Bir ilim olarak kimya, hiç şüphesiz Müslümanların icadıdır. Tarsuslu Ebû Musa Cabir, asri kimyanın hakiki babasıdır. Bugün dahi Avrupalılar şarkın bu büyük kimyagerinin usullerinden istifade etmektedirler.
Müslümanlar, ticarette ve sanatta da hayatın şeklini değiştirecek kadar ileri gitmişlerdi. İslam fabrikalarında yapılan kâğıt, İspanya’dan Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya’ya Miladın on üçüncü asrında gitmiştir. İslamiyet'in, Avrupa'ya getirdiği en hayırlı nimetlerden birinin de; kağıt olduğunda hiç şüphe yoktur... Keten dövme sanatını Araplar'ın, Semerkand'ta öğrenmiş oldukları malumdur. Ondan sonra, ketenin yerine; el-Cezire ile Mısır'da pek bol yetişen pamuğun ikamesini düşündüler. İşte bunun üzerine kağıtçılık sanayii, süratli ve fevkalade bir inkişaf gösterdi. İlk imalâthane, ancak 794 tarihinde Bağdat'da. kurulabildi. XII. asırda Batı Avrupa'nın kâğıt ihtiyacını, Endülüs Xativa fabrikası temin ediyordu...
[1] tavsif etmek: nitelendirmek, nitelemek