İlim sahibi; bilmediğini bildikçe, bilmediklerini de bilebilecek kapılar açılır önüne. Bilimle uğraşan kişi ise; her şeyi bildiğini vehmettikçe bilme yetileri körleşir, bilme yetisini yitirdiğini de, bilineni bitirdiğini de göremez.
İlim; özü idrak etme, öze nüfûz etme yolculuğudur. Öz, içtedir; içeride saklıdır. Kabukla korunmuştur. Kabuk yarılmalı, öze doğru giden bir yolculuğa çıkılmalıdır. O yüzden ilim erbabı, nerede öze dair özlü bir söz söylenmişse, bu söze gözleri gibi bakarlar; özenle, dikkatle ve rikkatle sahip çıkarlar... Özü ve sözü bir insan-ı kâmillerin izini sürerler. Bütün bilgelik geleneklerine aynı özenle önem verirler.
Öz; ruhla, kalple ve vicdanla varlığını sürdürür. Özü yitirmek, sözü de bulamamak demektir. Öz, iç dünyada gizlidir. İç dünyasını bilemeyen, bulamayan, sürgit onaramayan insanların, dış dünyayı cehenneme çevirmeleri kaçınılmazdır. Bilim, iç dünyayı göz ardı eder; o yüzden, sözün kıymetini de bilemez.
İnsanlık adına, izini sürmemiz gereken temel mesele şu: İlim ile bilim, aynı şeyler midir? Algılama, duyma ve düşünme yetilerimizi yok edici bir çağ körleşmesiyle malul olduğumuz için, ilim ile bilim''in aynı şeyler olmadığını bilmiyoruz bile... Unuttuk...
Oysa ilim, hatırlama eylemi’dir; bilimse unutma eylemi: İlim, kişinin kendini bilmesiyle başlar keşif yolculuğuna; kendini ve her şeyi hatırlamasıyla... Bilimse, kişinin kendini ''yitirme''siyle; -Heidegger’in yerinde tarifiyle- kendini ''her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselterek'' ''bitirme''siyle: Kendini ve her şeyi unutmasıyla yani...
İlim, İmam Gazalî’ye b/akarak söylersem, ''sıhhatli nefs''lerin işidir; fıtratın -bozulmamış hakikatin- hakikatini keşif yolculuğunun izini sürme çabası. O yüzden, nebevî veraset''e sahip, aşkın olan''a talip, açıldıkça açılan sahici bir kendini keşif, varlığı keşif ve hakikati keşif yolculuğudur ilim.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız