Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Hususi Fikirler

Mustafa Çelik

Din Bilmezliğin Faturası Hurafelere Teslimiyettir

  • 06 Ağustos 2018
  • 1914 Görüntülenme
  • 428. Sayı / 2018 Ağustos



İslâm’a kayıtsız şartsız teslimiyetin gerçekleşmediği bir yerde hurafeler hayatı teslim almış demektir. Hurafelere teslim olanlar, Allah’ın son ve tek dini olan İslâm’ı kendi arzularına uyduranlardır. Arzularını İslâm’a tabi kılmayanlar, hurafelere tabi olmaktan kurtulamazlar.

 

Hurafelerin merkezinde hevâ vardır. Hevâ, sadece kuru bir meyil demek değildir. Her yönelişin temelinde bir sevgi ve istek bulunduğu gibi hevâ da muhabbetle meyletmek demektir. Bu sebeple de hakkın hilâfına (zıddına), istekle ve sevgiyle meyletmek asıl hevâyı anlatmaktadır. İslâm dışı her söz ve hâl hevâdır ve hurafe sayılır.

 

Gönderiliş maksadı hurafeleri ortadan kaldırıp tevhid akidesini yerleştirmek olan bir dinin mensuplarının hurafelere teslim olmakla iftihar etmeleri, o dinin kendi müntesipleri tarafından anlaşılmadığının bir alâmetidir.

 

Allah-û Teâlâ’nın gönderdiği İslâm dini bilinmezse, tanınmazsa ve yaşanmazsa, hurafelere teslimiyet kaçınılmaz olur. Doğru anlaşılan dinin yanlış tanıtılması ve uygulanması da hurafeciliğe kapı açar. Asr-ı Sadette Müslümanların Kur’an ve sünnete birlikte temessük etmeleri, hurafelere teslimiyeti önlemiştir.Hz. Peygamber’den sonra bu iki engelleyici unsurun olmaması, bu tür yanlış uygulamaların önüne geçilmesini zorlaştırmıştır. Her ne kadar sahabe, tabiin ve tebe-i tabiîn dönemlerinde Hz. Peygamber’e zaman açısından yakınlık dolayısıyla bu tür uygulamalarla etkili mücadele edilmişse de, devam eden süreçte aynı başarının yakalandığı söylenemez. Bu tür yanlış uygulamaların önüne geçmek için insanlar bu üç nesil içinden güvendikleri âlimlere tabi olmak suretiyle bir mezhep şemsiyesi altında bulunmayı tercih etmişlerdir. Onların bu tercihi tam da Hz. Peygamber’in uyguladığı şekliyle İslamiyeti yaşamak ve yaşatmak içindir. Bunun adına sünnet denmiş, bunun dışındaki yollara ise bid’at veya hurafe adı verilmiştir. Bid’at ile hurafe ikiz kardeştirler. İkisini de tuğyan büyütmüştür. Sünnet, dinin doğru uygulaması iken bid’at din adına veya dindarlık adına dinde sapma meydana getirmektir. Bu anlamıyla bid’at müntesibin kendi dinine yabancılaşması veya dinin özünden uzaklaşması ve özgünlüğünü yitirmesi anlamına gelmektedir. Bid’at ve hurafenin tanınması öncelikle sünnetin mana ve mahiyetinin tanınmasına bağlıdır. Rasûlüllah (sav)’in sahih sünneti hususundaki cehalet, hurafelere teslimiyetin garantisi olmaktadır.

Kur’an ve sünnet bilinmezse, bilinip de ikisine birlikte bağlı kalınmazsa; dini darlık, dindarlığın yerine ve önüne geçer. Kur’an ve sünnet bilinmesi ve ikisine birlikte bağlı kalınması; gelinen noktada uygulamanın merkezî bir konuma sahip olduğu açıkça görülmektedir. Her ne kadar itikadî alan uygulamaya konu olmasa da bu alanla ilgili uygulamayı söz olarak düşünmek gerekir. Kendisi için bilinmeyen alan yani gaib olmayan Yüce Allah kişinin kalbine bakarken bilgisi zahir ile sınırlı olan insan ancak kişinin söz ve fiiline göre bir değerlendirmede bulunabilir. Çünkü insan için bilinebilecek tek husus tezahür eden yani söz ve fiile dökülendir. İlk dönemlerden itibaren ümmet bilincine yerleşmiş olan ‚ “Biz ancak zahir olan yani söz ve fiile dökülmüş hükmü biliriz.” (El-AclûnîKeşfu’l-hafâ ve müzîlü’l-ilbâs, Beyrut 1405/1985, I, 221-223) bunu gerektirir. Zaten kişinin itikadı/inancı, davranışlarına yansıması veya sözlü beyanı ile tezahür ettiğinden, ona göre bir değerlendirme yapmak da yine sünnete uygundur. Hz. Peygamber’in sahabeye yönelik muamelesi de böyle olmuştur. Nitekim kelamcılar ikrarın yani kişinin sözüyle inancını beyan etmesini dünyevî şartlarda ve dinin hükümlerinin icrasının yerine gelmesi hususunda Müslüman sayılması için yeterli bulmuşlardır. Çünkü kişinin kalbini Allah dışında başka bir varlığın bilmesi mümkün değildir. (Matüridî, Te’vilâtüEhli’s-Sunne, nşr. Fatıma Yusuf el-Hıyemî, Beyrut 1425/2004, IV, 559; Abdulkahir el-Bağdadî, Usûlü’d-dîn, İstanbul 1928, s. 347-355; Ebu’l-Muîn en-Nesefî, et-Temhîdlikavâidi’t-tevhîd, Kahire 1987, Sh: 100) İtikadı da içine alacak şekilde düşünüldüğünde sünnet kişinin söz ve fiilleri ile Hz. Peygamber ve üç neslin uygulamasına tabi olmasıdır. Bu anlamda‚ Müslüman olduğunu söz ve fiili ile ortaya koyan kişiyi tekfir etmek de bid’at kapsamındadır. Çünkü Hz. Peygamber kalbiyle iman etmemiş olan münafıkları dahi tekfir etmemiş yani onları kâfir saymamıştır. Sonuç itibariyle sünnet Hz. Peygamber’in uygulamalarının ilk üç nesil elinde yerleşik hale gelmesi ve sonraki Müslümanlar içinde bunun bir model olmasıdır. “Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi ortaya koymak” şeklinde tarif edilen bid’at ise tam da bu anlamdaki sünnetin zıddıdır.

İslâm’a kayıtsız şartsız teslimiyetin gerçekleşmediği bir yerde hurafeler hayatı teslim almış demektir. Hurafelere teslim olanlar, Allah’ın son ve tek dini olan İslâm’ı kendi arzularına uyduranlardır. Arzularını İslâm’a tabi kılmayanlar, hurafelere tabi olmaktan kurtulamazlar. Abdullah b. Amr b. el-Âs (ra), "Resûlullah (sav) şöyle buyurdu, demiştir: "Arzuları (hevâsı) benim getirdiğim (İslâm gerçeğin)e uymadıkça hiç biriniz (olgun) mü'min olamaz." ( Beğavî, Mesâbihu's-sünne, 1, 160 (tahkikli baskı); Şerhu's-sünne, 1, 212–213 HatibTebrîzî, Mişkâtu'l-Mesâbîh, 1, 55; 2. Nevevî, Kırk Hadis (hds. No:41), Hadis sened açısından değerlendirmesi için bk. İbnReceb el-Hanbelî, Camiu'1-ulüm ve'l-hikem, Sh: 364–365)

Hurafelerin merkezinde hevâ vardır. Hevâ, sadece kuru bir meyil demek değildir. Her yönelişin temelinde bir sevgi ve istek bulunduğu gibi hevâ da muhabbetle meyletmek demektir. Bu sebeple de hakkın hilâfına (zıddına), istekle ve sevgiyle meyletmek asıl hevâyı anlatmaktadır. İslâm dışı her söz ve hâl hevâdır ve hurafe sayılır.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

428. Sayı Ağustos 2018