Hacer’in teslimiyeti bizim anladığımız teslimiyet anlayışından oldukça farklı idi. Bu teslimiyet, içerisinde sa’y yani gayret ve tedbir olan bir teslimiyetti. Bu teslimiyet eldeki tüm imkânların son noktaya kadar kullanılmasını, ancak işin sonunun Allah’a havale edilmesini öğütleyen bir teslimiyetti. Bu teslimiyet, kul üzerine düşeni yapsın ki Allah da yetişsin; bittim desin ki Allah’ta yettim desin, teslimiyeti idi.
Teslimiyet: Allah Rasûlü (sav)elinin altında ne kadar Müslüman varsa hepsini göndermiş, kendi ise en son gitmeye karar vermişti. Risalet davasının rehberi olan Efendimiz (sav)bu davranışı ile nasıl bir teslimiyet içerisinde olduğunu âleme haykırmaktaydı.
Her medeniyet bir hicret ile doğar; hicret olmadan Medine, Medine olmadan medeniyet olmaz. Yeryüzünün şahit olduğu ilk medeniyet, insanlığın ilk atası Hz. Âdem ile başlamıştı. Hz. Âdem, Havva annemizle cennetlerinden çıkarıldıkları zaman, hicret onların da kaderi olmuştu ve Âdem ile Havva kendi cennetlerinden, bu dünyaya hicret etmişlerdi. İnsanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh bir hicret ile yeryüzünde yeni bir medeniyetin inşasına başlamıştı. Hz. Musa hicret ile İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarmış, Hz. Yusuf bir hicret yolcuğu ile kuyulardan saraylara, zindanlardan iktidara ulaşmıştı. Her peygamberin hayatında hicretin yeri vardı. Sözün Sultanı olan Efendimiz (sav) bunu “Hicret etmeyen hiçbir elçi yoktur.” ifadesi ile açıklayacaktı.
Hicret söz konusu olunca hidayet önderleri olan peygamberler içerisinden, Hz. İbrahim (as) ile Efendimiz (sav) biraz daha fazla öne çıkarlar. Çünkü Hz. İbrahim hicretin babası, Hz. Hacer hicretin anası, Hz. İsmail ile Hz. Muhammed (sav) ise hicretin meyveleridir.
Hz. İbrahim Nemrud’un zulmünden dolayı önce Harran’dan Mısır’a gelmiş, orada hicretin anası olan Hacer’i kazanmış ve Filistin’e hicret etmişti. Hacer tevazuu ve beklentisizliğiyle Hz. İbrahim gibi bir peygambere eş, İsmail gibi bir çocuğa ana olmuştu. İsmail 100 yaşındaki İbrahim’in evinde bir çiçek gibi açınca, hanımı Sare onu kıskanmış ve eşine; “Ey İbrahim! Bunları buralardan götür.” demişti. İbrahim genç Hacer’i ve kundaktaki İsmail’i alıp kuş uçmaz kervan geçmez, toprağında tek bir ot bitmez, suya hasret coğrafya olan Mekke’ye getirmiş; oraya bıraktıktan sonra arkasına dahi bakmadan çekip gitmek istemişti. Hacer Ana, bir Mekke’nin volkanik kayalarına, bir kundaktaki yavru İsmail’ine bakmış ve “Ey İbrahim! Bizi kime bırakıp gidiyorsun?” demişti. Hz. İbrahim, o merhametin babası olan yüce insan, hiçbir şey söyleyemeden, kelimeler boğazında düğümlenerek, ancak; “Sizi Allah’a bırakıyorum.” deyivermişti. Hicretin gelini Hacer; “Eğer Allah’a ise yürü ey İbrahim, sen bak işine… Allah sana böyle yapmanı istediyse elbette bunda bir hikmet vardır.” demişti. Hacer Ana işin en başında işte böyle teslim olmuştu. O, ne gelirse başa Allah için rıza göstermeye söz vermişti. Ama Hacer’in teslimiyeti bizim anladığımız teslimiyet anlayışından oldukça farklı idi. Bu teslimiyet, içerisinde sa’y yani gayret ve tedbir olan bir teslimiyetti. Bu teslimiyet eldeki tüm imkânların son noktaya kadar kullanılmasını, ancak işin sonunun Allah’a havale edilmesini öğütleyen bir teslimiyetti. Bu teslimiyet, kul üzerine düşeni yapsın ki Allah da yetişsin; bittim desin ki Allah’ta yettim desin, teslimiyeti idi.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız