Sayı : 504   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Fıkıh Köşesi

Fahri Altunkaynak

Fıkıh Köşesi

  • 07 Mayıs 2022
  • 588 Görüntülenme
  • 473. Sayı / 2022 Mayıs



Büluğ çağına erişen çocuk dinen ibadetlerini yerine getirmekle mükellef olduğundan sorumluluk kendisine aittir. Bununla birlikte bu devrede anne baba çocuklarını nasihat ederek desteklemeli, baskı ve şiddet uygulama yerine çocuklara sevgi, merhamet ve şefkatle yaklaşmalıdır. Ayrıca Hz. İbrahim’in yaptığı dua örneğinde olduğu gibi, çocuklarının namazı kılan ve kullukta daimi olanlardan olması için dua etmelidir.

 

1-İslam’a göre evlat edinmenin hükmü nedir?

 

İslamiyet öncesi Arap toplumunda var olan ve İslam’ın ilk yıllarında eski geleneğin bir devamı olarak sürdürülen evlat edinme kurumu Medine döneminde; “Allah evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür.” (Ahzab, 33/4) ayeti ile kaldırılmış, bir sonraki ayette evlatlıkların öz babalarına nispet edilmesi emredilmiştir.

İslam dini, sosyal dayanışmaya önem vermiş ve hayırda yardımlaşmayı tavsiye etmiştir. Kur’an’da; “İyilikte ve takvada yardımlaşın, ama günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2) buyrulmaktadır.

Hz. Peygamber (sav) de, işaret parmağıyla orta parmağını birleştirerek: “Ben ve yetime bakan kimse cennette şöylece beraberiz.” (Müslim, “Zühd”, 42) buyurmuştur. Bu nedenle sevgiye, şefkate ve korunmaya muhtaç kimsesiz çocuklara yardım eli uzatılarak topluma kazandırılmalıdır.

Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte, hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi kabul edilmiş değildir. Buna göre evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir. Ayrıca evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir. (Bkz.Kurtubî, el-Câmî’ li Ahkâmi’l-Kur’an, XIV, 80)

Ancak evlat edinenler hayatta iken diledikleri kadar malı evlatlık olarak büyüttükleri çocuğa hibe edebilecekleri gibi, mallarının üçte birini vasiyet yoluyla da ona bırakabilirler. Bu itibarla, mahremiyet ile ilgili dinî kayıt ve şartlara riayet etmek kaydıyla çocuğu olmayan ailelerin kimsesiz çocukları büyütmek üzere yanlarına almalarında bir sakınca görülmemektedir. Ancak bu davranış, evlat edinme olarak algılanmamalı ve aralarında mirasçılık cereyan etmemelidir.

 

2-Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?

 

İslam’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlatlık kurumu, Medine döneminde nazil olan “Allah, evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır.” (Ahzab, 33/4) mealindeki ayetle kaldırılmış, ardından gelen ayette de evlatlıkların evlat edinenlere değil, asıl babalarına nispet edilmesi emredilmiştir. Buna göre dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte, hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi kabul edilmiş değildir. Bunun tabii bir sonucu olarak evlatlığın nesebi, evlat edinene bağlanmaz, aralarında mahremiyet meydana gelmez ve mirasçılık ilişkisi doğmaz.

Bununla birlikte evlatlık kurumu zaman zaman “koruyucu aile” tarzında varlığını sürdürmüştür. İslam’ın evlatlık müessesesini kaldırması, yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla ilgilenilmeyeceği anlamına da gelmez. Çünkü İslam’a göre himayeye muhtaç çocuklara bakmak, maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamak, onları büyütmek büyük sevaptır ve bir insanlık ödevidir.

Hz. Peygamber (sav), işaret ve orta parmağını göstererek:“Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.” (Müslim, “Zühd”, 42) buyurmuştur.

Bu itibarla, sevgiye, şefkate ve korumaya muhtaç kimsesiz çocuklara yardım eli uzatılarak ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himaye edilmeli; eğitilip sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır. Fakat bunu yapmak için hiç kimsenin, çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesme, öz ana babasını unutturma hakkı olmadığı gibi; onu kanuni mirasçıları arasına katma, aile içi tesettür ve mahremiyet bakımından ona öz evladı gibi davranma hakkı da yoktur.

Bunun yerine İslam’ın tavsiyesi; çocuğu koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak, hukuk ve helâl-haram kuralları bakımından ona öz çocuğu gibi değil, bir din kardeşi gibi muamele etmektir.

 

3-Koruyucu aile kapsamında himayeye alınan çocuklar için devletin ödediği paranın alınmasında dinen bir sakınca var mıdır?

 

Koruyucu aile programı uygulaması kapsamında himayeye alınan çocuklar için devletin ödeyeceği paranın, çocuğa harcanması veya onun adına saklanması hâlinde koruyucu aile tarafından alınmasında dinî açıdan bir sakınca yoktur. Bununla birlikte himaye eden ailenin fakir olması durumunda çocuk için verilen paradan makul şekilde istifade etmesi de caizdir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (büluğa) erdiklerinde eğer reşid olduklarını görürseniz mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4/6)

 

4-Engelli çocuğu olanların engelliler için verilen evde bakım ücretinden yararlanması caiz midir?

 

Devletin fakir zengin ayrımı yapmaksızın engelliler için takdir ettiği evde bakım ücretini mevzuattaki şartları taşıyan herkes kullanabilir. Bununla birlikte bu şartları taşımayanlar kullanamaz.

 

5-Büluğa eren ama ibadetlerini yerine getirmeyi reddeden bir gence anne babanın baskı yapması caiz midir?

 

İslam’da ibadetler dinin temeli, namaz da bu ibadetlerin en önemlisi kabul edilmiştir. Namaz, kelime-i şahadetten sonra İslam binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı ve erginlik çağına ulaşan her Müslüman’a farzdır.Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Bu itibarla, akıl-baliğ olan Müslüman fertlerin ibadetlerini özellikle de namazı ihmal etmemesi gerekir.

Öte yandan Kur’an’da; “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim, 66/6) buyrularak müminlerin aile fertlerine karşı olan sorumluluğu hatırlatılmakta, bir Müslüman’ın manevi mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber de iyi terbiyeyi çocuğun babası üzerindeki hakları arasında zikretmektedir. (Bkz.İbnMâce, “Edeb”, 3) Bu yüzden müminlerin çocuklarına küçük yaştan itibaren namazı sevdirmeleri, çeşitli yöntemlerle onları namaz kılmaya alıştırmaları gerekir.

Büluğ çağına erişen çocuk dinen ibadetlerini yerine getirmekle mükellef olduğundan sorumluluk kendisine aittir. Bununla birlikte bu devrede anne baba çocuklarını nasihat ederek desteklemeli, baskı ve şiddet uygulama yerine çocuklara sevgi, merhamet ve şefkatle yaklaşmalıdır. Ayrıca Hz. İbrahim’in yaptığı dua örneğinde olduğu gibi, çocuklarının namazı kılan ve kullukta daimi olanlardan olması için dua etmelidir. (Bkz.İbrahim, 14/40) Anne babanın çocuklarına ibadet hususunda aşırı derecede baskı yapmaları ise olumsuz sonuçlara yol açacağı için dinen uygun değildir.

 

6-Ebeveynin “sütümü helal etmem”, “hakkımı helal etmem” gibi sözlerle haklarını baskı aracı olarak kullanmaları caiz midir? Bu sözler bağlayıcı mıdır, bir sorumluluk gerektirir mi?

 

Bir anne veya babanın, isyankâr bir çocuğuna karşı “sana sütümü/hakkımı helal etmem” ve benzeri sözleri ileriye dönük bir korkutmadan ibarettir. Ebeveynlerin sırf kendi istek ve arzularının yerine getirilmesi için çocukları üzerinde haksız yere manevi baskı kurmaları ve onların şahsiyetlerine saygı göstermemeleri doğru değildir. Esasen bu tür sözler hiçbir hüküm de ifade etmez.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

473. Sayı Mayıs 2022