Kabil’i öldü mü sanıyorsunuz? Her çağda Kabiller de yaşıyor, Habiller de… Bu isimler birer sembol… Bazen Kabillerin kurşunlarıyla, bombalarıyla, füzeleriyle vurulan, kanlar içinde yatan küçük bir çocuk oluyor Habil. Bazen cesedi sahile vuran bir bebek… Bazen bir genç… Bazen bir anne… Bazen ak saçlı bir ihtiyar…
Tarih tekerrür ederek itiraf ediyor: Vahiyle barışmadan; sosyal hayatta barışın kurulması mümkün değil. Kurulamıyor. Allah’a karşı nankörlük eden, kullarına etmez mi? Yüce Rabbimiz, İslam dinini kullarına, dünya ve ahiret esenliğine ulaşmaları için bir lütuf olarak gönderdi. Kitaplarını bunun için indirdi.
İnsanlık, tarih boyunca en çok barışa susamıştır.
Düşmanlığın tarihi, insanın yaratılışı ile başlar. İlkin şeytan başlattı sevgisizliği, kini, nefreti. Kibirlenerek Allah’ın buyruğuna itaat etmeyen şeytan, Hz. Âdem’e ve Âdemoğluna savaş ilan etti.
Düşmanlık, şeytandan miras kaldı. Düşmanlığı benimsemek; şeytanı izlemektir. Barış ve kardeşlik ise; peygamberlerin yolu. Peygamberlerin mirası. Allah’ın her elçisi, bir barış ve sevgi önderidir.
İlk insanın çocuklarından Kabil, şeytanın yolunu izleyen insanın ilk örneğini teşkil ediyor. Allah’ın hükmüne karşı gelişini, kardeşine olan düşmanlığıyla ve onun kanını dökme anekdotuyla sergiledi. Ve böylece saldırgan, zalim, haksızlık yapan, düşmanlık ateşini tutuşturan, suçsuz yere kan döken insanın atası olarak tarihe geçti.
Rabbimiz (cc), kıssalarla öğüt veriyor kullarına. Kabil’i değil, Habil’i; kardeşlerini değil, Yusuf’u örnek almamızı istiyor.
Hakkın ve adaletin tahakkukuna razı olmamaktır düşmanlıkların ve savaşların nedeni.
Savaşı başlatan saldırgan, zalim ve zorba; aslında mazlumla savaşırken; sevgiyle, saygıyla, hakla, hukukla, adaletle, mutlulukla savaşmaktadır.
Barış; hakka ve adalete razı olmak demektir.
Kabil, razı olsaydı hakka; Habil’i öldürür müydü?
Tarih; yeryüzünde sahnelenen; hak – batıl (adalet – zulüm) mücadelesinin hikâyesidir. Tarihten, savaşları çıkarırsanız, geriye anlatacak çok bir şey kalmaz.
Kabil’i öldü mü sanıyorsunuz? Her çağda Kabiller de yaşıyor, Habiller de… Bu isimler birer sembol… Bazen Kabillerin kurşunlarıyla, bombalarıyla, füzeleriyle vurulan, kanlar içinde yatan küçük bir çocuk oluyor Habil. Bazen cesedi sahile vuran bir bebek… Bazen bir genç… Bazen bir anne… Bazen ak saçlı bir ihtiyar…
Savaşlar, saldırılar, işgaller, sömürüler, terörler ve haksızlığın her çeşidi, insanlık tarihinin alnındaki kara lekeleridir. Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Zulüm deryasının neresinden bir damla alırsanız alınız; tahlil sonuçları hep birbirinin aynı çıkar.”
Bunları (tarihten ve günümüzden örnekler vererek) anlatmanın bir yararı var mı, bilmiyorum. Dün de yaşandı bu trajediler, bugün de yaşanıyor… Yarın yaşanmasın, zulüm devam etmesin istiyoruz. İnsanlar nesillerine keşke kin, öfke ve düşmanlık yerine; barış, güven, sevgi ve kardeşliği miras bıraksalardı.
Savaşlarda bugüne kadar üç buçuk - beş milyar arasında insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Daha dün Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında seksen milyona yakın insan katledildi ve sakat bırakıldı. Evler, şehirler yakıldı, yıkıldı.
Endülüs (İspanya) katliamını unutmak mümkün mü? Medeni(!) zorbalar, bir medeniyeti tarih sahnesinden sildiler. Tarih, daha ne zulümleri kaydetmedi sayfalarına utanarak!
Oysa Yüce Yaratıcı (cc): “Islahından sonra yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmayın!” (Araf, 7/56) “Günah ve düşmanlıkta değil; iyilik ve takvada (yasaklardan sakınmada) yardımlaşın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası şiddetlidir.” (Maide, 5/2) buyuruyordu.
“Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 2/208) “Barış, (daima sizin için) daha (iyi) hayırlıdır.” (Nisa, 4/128) buyuruyordu.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız