Bir insanın mayası, tabiatı, karakteri ne ise Kur’an-ı Kerim onu o şekilde etkiler. Veya Kur’an’dan o istikamette istifade eder. Canlı bir örnek verelim: Kur’an’ı, tıpkı güneşe benzetebiliriz: Güneş, tuzu sertleştirir, yağı eritir ve suyu ısıtır. Yani her madde veya cisim, kendi yapısına göre güneşten etkilenmektedir. İnsan da kendi içyapısına göre Kur’an’dan etkilenir. Dolayısıyla Kur’an, mümin için rahmet ve şifa vesilesi, zalim için de ziyan ve hüsran sebebidir.
Mümin; karakter sahibi, ahlaklı, ferasetli, basiretli, dirayetli, keskin görüşlüdür. Hadiseleri iyi değerlendirir, sonucu baştan görür. İmanın kuvvetliliği ölçüsünde bu özellik müminde inkişaf eder, gelişir. Mümin anlayışlı ve şuurludur. Mümin, imanın kazandırdığı karakter, güzel ahlak, feraset ve basiretle cennete, Cemalullah’a layık hale gelir.
İnsan, Yüce Yaratıcının fanilikler diyarında yarattığı en kompleks varlıktır. Bununla kastımız, insanın yaratılan varlıklar içindeki üstünlüğü/ kâmilliği ve derinliğidir. Her insan doğuştan bu özellikleriyle dünya misafirhanesine teşrif ediyor. Şeyh Galib’in ifadesiyle insan “ Zübde-i Alem” yani evrenin özü. Kâinatın en değerli kitabı. Her insan okunmaya değer bir kitaptır, okumasını bilenler için. Ama şunu da ifade edelim ki kitap olan insan, kendini hakkıyla okuma zahmetinde pek bulunmaz. Öyle kimseler vardır ki sayısız kitap okumuştur ama bir kendini okuyamamıştır. Okuduğumuz kitaplar bize kendimizi okutmuyorsa, kendimizi bildirmiyorsa Yunus’un ifadesiyle bu ne biçim bilmedir. Kendini tanımak ya da bir başkasını tanımaya çalışmak öyle kolay bir şey olmasa gerek. Değerli bir yazarın güzel bir kitabını alıp zevkle okursunuz ve anladığınızı zannedersiniz. Anladıklarınızı fırsatını bulup yazara anlatsanız belki de onun hiç de anlatmak istemediklerini anlamışsınızdır. Bir kitap olarak insanı okumak ve doğru anlamak ise bundan çok öte bir şey olsa gerek. İnsan öyle bir derinliğe sahip ki, bu konuda hiç kimsenin boyundan büyük laf etme hakkı yoktur. Çevremizde bazen rastlarız kendini insan sarrafı olarak tanıtma cüretkârlığında bulunanlara. Bu tipler insanı bir görüşte tanıdıklarını- çözdüklerini ifade ederler. Oysaki bırakın yabancı birini bir görüşte gerçek anlamda tanımayı, otuz yıllık eşini, yirmi yaşındaki oğlunu-kızını dahi tanıyamamıştır. İnsan kendi dünyasında aslında kendine dahi meçhul bir varlıktır. Belki de bu meçhullük hayata bir anlam ve tat katıyordur. Birlikte yaşadığınız eşinizi, dostunuzu an be an yeniden tanıyorsunuz. Kendinizi başınıza gelen olaylarla yeniden keşfediyorsunuz. Hiç bilmediğiniz bir yönünüzü fark ettiriyor yaşadığınız bir ayrıntı size. Bu yönümün hiç farkında değilmişim, itirafında bulunuyorsunuz kendi kendinize. Sizden öte bir sizin içinizde yaşadığını anlıyorsunuz.
Bizden öte bizde yaşayan ikinci benimiz tasavvur olsa gerek. Atom için çekirdek merkez ve özdür. Çekirdeksiz bir atom düşünülemez. Tasavvurda insanın özü ve çekirdeğidir. Tasavvuru olmayan bir insan yoktur. Tasavvurumuz bizim adeta mikro cipimiz. Her şey onda şekilleniyor harekete dönüşmeden evvel. Tasavvur aklın ve düşüncenin ana failidir. Adam olmak isteyen her beşer işe tasavvurundan başlamalıdır. Allah’ın gönderdiği bütün ilahi vahiylerin ilk hedefi aklı ve fiili belirleyen tasavvuru düzeltmektir. Tasavvur düzeltilmeden aklın ve fiilin düzeltilmesi mümkün değildir. Kur’an-ın eğittiği birkaç tasavvurdan örnekler hatırlayalım;
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız