Hz. Hasan dediğimiz zaman aklımıza onlarca, hatta yüzlerce şey gelir. Özellikle Efendimiz’in (sas) çok sevdiği bu güzel torunu için söylediği her biri diğerinden önemli sözleri hemen zihnimizde belirir.
Ne demişti Efendimiz? “Her Peygamber’in nesli kendindendir, benim neslim ise Fatıma’dandır.” (Taberânî, el-Mü‘cemü’l-Kebîr, 2630) Dolayısı ile Hasan veya Hüseyin demek; Evlad-ı Ali demektir, Evlad-ı Fatıma demektir; ama aynı zamanda Nesl-i Muhammedî (sas) demektir.
Ne demişti Efendimiz? “Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!” (Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb, 22; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 59)
Tam burada söylenir değil mi o cümle? Nasıl sevmem senin sevdiklerini Ya Resûlullah? Gerçekten Hz. Ali demek, Hz. Fatıma demek, Hz. Hasan demek, Hz. Hüseyin demek; Efendimiz’i (sas) memnun ediyor; O’nun sevdiklerini sevmek, O’nu sevindiriyor. Rabbim bizleri onların sevgisinden ayırmasın, hepimize gerçek manada sevgiler nasip eylesin.
Ne demişti Efendimiz? “Cennet gençlerinin efendileri” (Tirmizî, Menâkıb, 30) demiş, cennete giden yolun onların ayak izlerinden geçtiğini bizlere beyan buyurmuştu. Bundan dolayı Ehl-i Beyt’in tüm mensupları dinin intikal ve muhafazası adına bize çok şey söyler, doğru yolda nasıl doğru bir biçimde yürüneceğinin yollarını gösterir, Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde nasıl Allah’a (cc) ideal manada kul olunacağının örnekliğini bize takdim ederler.
Hz. Ali ile Hz. Fatıma Hicret’in 2. yılı Bedir’in arkasından evlendiklerinin üzerinden bir kaç ay geçmeden Hz. Fatıma validemiz hamile kalmıştı. O günlerin birinde Efendimiz’in (sas) çok sevdiği, çok değer verdiği ilk Müslüman hanımlardan olan Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fadl bir rüya görmüştü. Rüyası o kadar dehşetliydi ki sabah olur olmaz Efendimiz’in (sas) huzuruna koşmuş: “Ya Resûlullah! Öyle bir rüya gördüm ki şu an bile etkisindeyim, korkudan tir tir titriyorum!” demişti. Efendimiz (sas) Ümmü’l-Fadl’ı rahatlatmış: “Yavaş ol! Ey Ümmü’l-Fadl! Anlat bakalım ne gördün!” demişti. Ümmü’l-Fadl: “Çok korkunç bir rüya gördüm Ya Resûlullah!” diyerek, o anki ruh halini ortaya koymuştu. Efendimiz (sas): “Allah hayra çevirsin anlat bakalım ne gördün?” demişti. Ümmü’l-Fadl başından terler boşalarak başlamıştı anlatmaya: “Ya Resûlullah! Rüyamda senin bedeninden bir parçanın koptuğunu ve gelip bizim eve düştüğünü gördüm!” Bunu söyleyince Ümmü’l-Fadl ağlıyordu. Efendimiz (sas) o anda gülmeye başladı. Ümmü’l-Fadl, Efendimiz’in (sas) güldüğünü görünce şaşırdı. Efendimiz (sas) dedi ki: “Ey Ümmü’l-Fadl! Sen hayır görmüşsün. İnşallah yakın bir zamanda Fatıma’nın bir çocuğu olacak. O çocuğa sütannesi sen olacaksın. Kusem’in sütünden ona da vereceksin!” (İbn Sa’d, Tabakât, X, 301; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 339) Kusem, Ümmü’l-Fadl’ın oğludur, birkaç ay önce doğmuştur. O Kusem, yıllar sonra sahâbenin cihad aşkının güzel bir örneği olarak Medine’den kalkacak ta Semerkant’a, Buhara’ya gidecek, yani Özbekistan’a ve orada da şehit olacaktır. Ümmü’l-Fadl, Efendimiz’den (sas) bu tabiri duyunca sevinmeye başladı.
Bu rüyanın üzerinden ne kadar geçti bilmiyoruz; aylardan bir Ramazan ayıdır. 15 Ramazan’dır; hicret’in 3. yılı; miladî olarak da 1 Mart 625’tir. Hz. Fatıma validemiz nur topu gibi bir erkek çocuk doğurur. Günlerdir Ehl-i Beyt’in hanesinden bu haberi bekleyen Efendimiz’e (sas), bu müjde ulaşır ulaşmaz; hemen o eve doğru büyük bir heyecan ve sevinç ile koşmuştur. Sahâbî diyor ki: “O günler Efendimiz 56 yaşında idi; sevinçten öyle bir koşuyordu ki biz ona yetişemiyorduk.”
Efendimiz (sas) sevinçle hemen kızı Fatıma’nın evine gitti ve oradakilere söze dikkat edin: “Bana oğlumu getirin.” dedi. Esma bint Ümeys, bebeği sarı bir beze/ kundağa sararak getirdi. Efendimiz (sas): “Başka bir renkte bez bulamadınız mı?” dedi ve sarı rengi erkek çocuğuna yakıştırmadı. (el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, XVI, 261-262; İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, VII, 7) Efendimiz (sas) böyle şeylere çok dikkat ederdi; renklerin diline, mesajına inanırdı. Bundan dolayı anında orada da bunu beyan etti. O’nun dünyasında renklerin dini yoktu, ama dili vardı; yani mesajı vardı.
Efendimiz (sas) yıllar yılı evlat hasreti ile yanan yüreğini biraz olsun torunu Hasan ile dindirmiştir. Onları çok sevdiğini hepimiz biliyoruz; ancak o sevgi sadece bir torun sevgisi değildir, bunu bilmemiz lazım, o sevgi bir de temsiliyet adına onlara biçilen rolün bir gereğidir.
Ebû Hureyre naklediyor: “Bir gün Efendimiz (sas) ve bir grup sahâbî ile Kaynukaoğulları çarşına doğru yürüyorduk. Bir müddet sonra Efendimiz (sas) yolunu değiştirdi ve Fatıma’nın evine doğru yürüdü. Fatıma da o gün çocuklarını yıkamış, güzel elbiseler giydirmişti. Evin yakınlarına geldiğimizde Hüseyin’i kapıda gördük. Efendimiz (sas) hemen sarıldı, Hüseyin’i öpmeye, koklamaya başladı. Sonra gözleri Hasan’ı aradı. Hasan’ı bulamayınca eve doğru seslendi ve dedi ki: ‘Küçük adam orda mı? Benim oğlum orada mı?’ Hasan’ın işi daha bitmediği için biraz geç geldi. Biz onları beklerken Hasan geldi ve o anda Hüseyin ile oyun oynamaya başladılar. Efendimiz (sas) onları yaşlı gözlerle biraz seyretti, sonra ikisine de sarılarak dedi ki: “Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!” (Buhârî, Libâs, 60; Müslim, Fezâilü’Sahâbe, 57)
İbn Manzûr naklediyor: Hz. Fatıma bir gün Hasan’a bir şiir öğretmişti, tekerleme gibi bir şey… Efendimiz (sas) bu şiiri Hasan’dan dinlemekten o kadar hoşlanırdı ki… Onu nerede görse şiiri okutur, sonra da sana bunu kim öğretti diye sorar, aldığı cevap üzerine de dua ederdi. Yine bir gün Hz. Ebû Bekir ile Efendimiz (sas) yürürlerken Hasan’ı görürler. Efendimiz (sas) hemen Hasan’a sarılır ve o şiiri okumasını söyler. Hasan okur. Efendimiz (sas) der ki: “Bunlar benim reyhanlarım, çiçeklerim, güllerimdir. Ben onları seviyorum, sizde onları sevin!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 288; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 379)
Bir başka rivayeti, Efendimiz’in (sas) torunları kadar sevdiği Üsâme b. Zeyd (ra) bize aktarıyor. Diyor ki: “Bir gün Resûlullah (sas) beni bir dizine, Hasan’ı hemen benim önüme, diğer bir dizine Hüseyin’i oturttu sonra bize şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum.” (Buhârî, Menâkıb, 27; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 17)
Efendimiz (sas) vefat ettiğinde Hz. Hasan kaç yaşında idi? 8 yaşlarında, Hz. Hüseyin ondan bir yaş küçük olduğu için 7 yaşlarında idi. Dolayısı ile Hz. Hasan, Hz. Ebû Bekir döneminin sonlarında 10-11 yaşlarında, Hz. Ömer’in döneminin sonlarında 21-22 yaşlarında bir delikanlı idi. Bu ilk iki halife döneminde bazı hatıralar olsa da biz Hz. Hasan’ı o günlerde hep ilim tahsilinde görürüz. O babasının dizlerinin dibinde babasından ilim, hikmet ve irfan adına ders alan bir talebedir. İlk iki halife, Efendimiz’in (sas) bu aziz hatıralarını çok sever, onları hep bağırlarına basarlardı. Ne zaman Hz. Ebû Bekir, Hz. Hasan’ı görse nasıl severdi biliyor musunuz? Hemen ona sarılır: “Ey dedesi Nebiye benzeyen, babası Ali’ye benzemeyen” der, aynen Resûlullah (sas) gibi öper, koklardı. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII, 119; el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, VII, 103)
Hz. Ömer de Ehl-i Beyt’e karşı hep çok duyarlıydı. Divan teşkilatını kurduğunda Hz. Ömer, yaşları o gün için 14-15 olan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i, Bedir ashâbı gibi değerlendirmiş ve onlara 5000 dirhem maaş bağlamış, buna itiraz edenlere de onların değer ve kıymetlerinin ne olduğunu söylemişti.
Üçüncü Halife Hz. Osman döneminde artık genç bir delikanlı olarak Hz. Hasan’ı görürüz. Ve onu dedesinin mesajlarını âleme yaymak için cihad meydanlarında at koşturduğuna şahit oluruz. Benî Ümeyye’den kabiliyetli bir komutan olan Saîd b. Âs’ın komutasında Horasan seferlerine katılmış ve kendisine yakışan bir kamet ortaya koymuştur. Hz. Osman’ın evi asilerce sarılınca, ona su taşıyan ve onu canı pahasına korumaya çalışan üç-dört isimden bir tanesi de odur.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız