Bir şeyin varlığının kabul edilebilmesi için bizzat beş duyu organıyla doğrudan algılanması gerekmez. Biz elektrik kablosunun içerisinden geçen elektrik akımının bizzat kendisini gösterememekteyiz. Onu fotoğraflayabileceğimiz ve elektrik dediğimiz şey işte budur diyebileceğimiz herhangi bir imkâna sahip değiliz. Ama elektriğin varlığını, oluşturduğu güçten ve çok çeşitli etkilerinden hareketle zorunlu olarak bilmekteyiz. Dolayısıyla bizim, Allah’ın varlığını kabul edebilmemiz için mutlaka O’nun zatını/mahiyetini somut olarak görmemiz ve gösterebilmemiz gerekmez.
Yaratılışta tesadüfe yer yoktur. Orada, çok mükemmel bir düzen ve uyum vardır. Evrende görülen bu büyüleyici nizam, ölçü ve plan her şeyi yaratan, büyüten, besleyen ve idare eden bir varlığa işaret eder. İşte varlıktaki bu muhteşem düzenlilikle ve ilahi yazılımla yüzleşen, onunla içli dışlı olan, ondan duygulanan ve eşyanın ince bir ahenk içerisinde yaratılmış olduğunu hisseden gönül sahipleri gerçekleri idrak eder. Bu çizginin ötesine geçerek ilmi her şeyi kuşatan Rabbimizi takdir eder.
“Ben gördüğüm şeylere inanırım, görmediğim şeylere inanmam. O halde maddi gözlerimle görmediğim Allah’a nasıl inanacağım? Ben kendi mantığımla Allah’ın varlığını nasıl bilebilirim?”
Gayb “gözle görülmeyen; akıl, beş duyu vb. beşerî bilgi vasıtalarıyla bilinemeyen varlıklar, ilişkiler ve oluşlar” dır. Allah, vahiy, kader, yaratılış, ruh, kıyametin zamanı, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşerde toplanma, sırat, terazi, cennet, cehennem... hep gayb âlemine dahildir. Bunlar hakkında bilgi alınabilecek kaynak, vahiydir. Gayb, her ne kadar duyular yoluyla algılanıp deney ve gözlem konusu olmadığı için insan aklı ile bilinemez ise de, vahyin yardımı ile aklın anlayabileceği bir duruma getirilebilir. Bu nedenle gayb bilgisi, aklî değil, ancak ma’kûldür. Bu durumda gaybın iki özelliğini ortaya koyabiliriz: (a) Akıl ile keşfedilemez, ama (b) Akıl ile anlaşılabilir. Akıl ise, ancak vahyin ve Hz. Muhammed (sav)’in haber verdiği bilgiler üzerine tefekkür yoluyla açıklamalar getirebilir. İşte Yüce Allah’ın varlığı da duyularımız ötesindedir. Fakat O’nun varlığını, eserlerine bakmak ve aklımızı kullanmak suretiyle idrak edebiliriz. İslam dinî duyu-ötesi âlemle irtibat kurup onlardan haber verebilmeyi vahye; işleyen tabiat kurallarının devre-dışı bırakıldığı olağanüstü işlerin yapılmasını ise mu’cizeye tahsis etmiş ve bunların her ikisini de peygamberliğin özelliklerinden saymıştır.
Yüce Allah’ın görülmesine gelince: Görme, görülebilir ışınların verdiği uyarıların algılanmasını sağlayan duyu işlemidir. Bu işlemi duyu organlarımızdan birisi olan “göz”le gerçekleştiriyoruz. Bir varlığı görebilmek için sağlıklı bir görme organı yanında, varlığın belirli bir dalga boyunda olması ve görülebilir ışın yayması gerekir. Bu şartlardan birisi olmadığı takdirde görme işlemi gerçekleşemez; ama bu, o varlığın bulunmadığı anlamına gelmez. Söz gelimi, yapılan araştırmalarda insan gözünün fizik dünyadaki ışınların ancak %2,5’i kadarını görebildiği tespit edilmiştir. Kaldı ki insanoğlu, henüz âlemin sınırlarını bile keşfetmiş değildir. Bu yüzden onun en hassas güçlü aletler yardımıyla bile algılayamayacağı bir yerde ve boyutta başka varlıkların bulunmadığını söyleyebilmesini gerektirecek hiçbir somut kanıt yoktur.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız