Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

İman Vasfı, İnsanlık Haysiyeti, Helal Hassasiyeti

  • 06 Şubat 2020
  • 1844 Görüntülenme
  • 446. Sayı / 2020 Şubat
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Osman Nuri Topbaş
Tüm Yazı Arşivi



Helâl ve manen tertemiz olan gıdalar, kişinin maneviyatını ve feyzini artırır, ibadetlerin huşuunu çoğaltır, ruhu zindeleştirir. Haram, şüpheli, şaibeli gıdalar ise; bedeni hantallaştırır, maneviyatı söndürür, kasvet ve gaflet verir, azdırır.

 

Evlâtlara helâl rızık yedirmek; babanın evlâdına karşı vazifeleri, evlâdın da babası üzerindeki hakları arasındadır. Evlâtların anne-babalarına, din, vatan ve milletine hizmetkâr bir surette yetiştirilmesinin ilk adımı ve ruhani şartı da onlara helâl lokma yedirmektir. Hayırlı bir baba olmak isteyen ve evlâdının hayırlı bir evlât olmasını dileyen kişi; rızkını helâlinden aramalı ve helâle harcamalıdır.

 

 

Bir mü’min, aklından hiç çıkarmamalıdır ki; bu dünya bir imtihan dershanesi, kendisi de bu dershanede imtihana tabi tutulan bir kuldur.

Dünya ve içindeki her şeyin insana müsahhar kılınması, yani insanoğlunun emrine amade kılınması, onun hizmetine verilmiş olması da bu imtihan sebebiyledir. Aksi hâlde, dünya ve nimetleri insana hudutsuz, hesapsız verilmiş değildir.

Nitekim ayet-i kerimede buyurulur: “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8)

İnsanın nail olduğu bütün nimetlerden hesaba çekilecek olması, imtihanı itibariyledir. Cenab-ı Hak, insanı sair mahlûkattan ayırıcı hususiyetlerle donatmış ve onu birtakım emir ve nehiylerle mükellef yani sorumlu tutmuştur.

Mü’min, mükelleftir. Yani, mesuliyet hissi içerisinde hayat sürmek durumundadır. Mükellefin, yani ilâhî sorumluluk altındaki kulun, her amel ve davranışının bir hükmü ve neticesi vardır: Farz, sünnet, müstehap, haram, mekruh, şüpheli, mubah, helâl… şeklinde, Kur’an ve sünnetin tayin ettiği bu hükümler, bir mü’minin hayatına istikamet veren levhalar mesabesindedir.

Bu levhaları gözeten, hayatını ilâhî ikaz ve işaretlerle yaşayanlar; yolun sonunda Allah’ın izniyle ebedî rahmete, cennete vasıl olurlar. Bu ikazlardan gaflete düşen, hırs ve tamaha düşerek ilâhî talimatları görmezden gelenler ise; dünya hayatında trafik kurallarını hiçe sayanların can ve mal kaybına yol açan kazalara uğradıkları gibi, dünyada da ahirette de en büyük ziyana düşerler.

Bilhassa içinde bulunduğumuz ahir zamanda; hevâ ve heveslerinin zebûnu olmuş nadanların ortaya attığı; “Bırakınız yapsın! Bırakınız geçsin!” sözüyle hulâsa edilen, özü itibarıyla; “Altta kalanın canı çıksın!” acımasızlığının mahsulü olan gaflet ve zulüm cereyanları içinde, insanoğlu adeta hayvanat gibi hudutsuz, hesapsız bir hürriyet ile yaşamaya çağrılmakta… İnsanoğluna; “Dilediğin gibi kazan, dilediğin gibi harca!” denilmekte…

Hâlbuki ayet-i kerimede buyurulur: BAŞIBOŞ DEĞİLSİNİZ!

“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet, 75/36)

Allah’ın lütfettiği sevk-i tabiîlerle hayatını sürdüren sair mahlûkat için, mükellefiyetler yoktur. Onlar için; cennet gibi bir mükâfat, cehennem gibi bir ceza yurdu olmadığı gibi; emirler, yasaklar, tavsiyeler ve sakındırmalar da bulunmaz. Zira onlar sadece insana ilâhî azameti telkin edici birer hizmetkâr olarak amade kılınmışlar ve bu vazifeleri de adeta otomat bir şekilde devam hâlindedir.

İnsan ise, mükerrem; yani değerli, şerefli bir varlıktır. Bu şeref de ilâhî bir lütuftur. Bu kıymet ve şerefi muhafazanın tek yolu, insanın ilâhî talimatlar içerisinde yaşamasıdır.

 

İnsan; başıboş mahlûkat gibi nefsinin hoyratlığına duçar olur, hevâ ve hevesinin peşinde sürüklenirse, bünyesinde bi’l-kuvve / potansiyel hâlde bulunan şeref ve kıymeti heba etmiş, ayet-i kerimenin ifadesiyle;

“İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar.” (A‘râf, 7/179) ayet-i kerimesinin ifade ettiği derekeye düşmüş olur. Demek ki helâl ve haramı gözetmek, ilâhî talimatlara riayet içinde yaşamak; insanlık haysiyet ve şerefini korumaktır.

İnsanoğlu; dünyada hayatını sürdürmek, kendisinin ve ehlinin ihtiyaçlarını karşılamak için, gayret gösterir. Eker-biçer, alır-satar yahut başkasına ücretle çalışır ve sair kazanç vesileleriyle hayatını kazanma gayreti içinde olur. Eline geçen imkânları da kendine ve çevresine harcar. Yer, içer, satın alır, istihdam eder…

Her iki yönde de, yani kazanırken de harcarken de nefsinin değil, Allah’ın hoşnutluğuna riayet etmesi, helâl-haram hudutlarına ileri derecede ihtimam göstermesi gerekir;

Gıda, insanın en tabii ihtiyacı. Anne karnında, annenin yediği gıdaları kordon vasıtasıyla alan insan, doğduktan sonra da anne sütü ve anne-babasının ikramlarıyla karnını doyurur. Ömür boyu vücudunun beslenme ihtiyacını karşılamaya devam eder.

Cenab-ı Hak bu ihtiyacın karşılanmasındaki ilâhî ölçüleri bildirerek ayet-i kerimede şöyle buyurur:

“Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun!” (Mâide, 5/88)

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

446. Sayı Şubat 2020