2003'te Irak'ın işgali her ne kadar başını ABD'nin çektiği koalisyon güçleri tarafından gerçekleştirildiyse de ve görünüşte bu koalisyonun içinde İran mevcut değil idiyse de perdenin arkasında koalisyona İran da dahildi ve hatta işgalin içeriden zeminini hazırlayan unsurlar tamamen İran'ın yönlendirdiği unsurlardı ve eğer ki içerden şartları hazırlayan bu unsurlar olmasaydı Irak'ın işgali çok da kolay olmayacaktı.
Kasım Süleymani yıllardan beri Afganistan'da, Irak'ta ve Suriye'de kan döküyordu. Ama bu kadar kan dökebilmesinde sadece İran'dan değil aynı zamanda ABD'den aldığı desteğin de önemli rolü vardı. ABD'nin ona destek vermesinin gerekçesi aynen PKK'ya verdiği destekte olduğu gibi IŞİD'e karşı savaştı. Kasım Süleymani'nin militanları Tikrit ve Kerkük'te IŞİD militanlarına karşı operasyona geçtiğinde Amerikan uçakları da havadan ona destek veriyordu. Ama artık hesaplar değişmiş, çapraz çıkar ilişkisi bir güç ve hakimiyet kavgasına dönüşmüştü ve bu kez ABD SİHA'ları Kasım Süleymani'yi ve onunla birlikte İran'ın birçok önemli adamını öldürmüşlerdi.
İran her ne kadar 1979 devriminden bu yana ABD ile ilişkilerinde sürekli sorunlar yaşasa da zaman zaman çıkar temelli dolaylı ilişkileri olmuş, birbirlerinin politikalarından bir tür çapraz ilişki yöntemiyle istifade etmişlerdir.
Sekiz yıl süren İran - Irak Savaşı'nda normalde ABD, İran'a ambargo uygulamasına rağmen dolaylı yollardan ve üstü kapalı yöntemlerle İran'a silah satmış, daha sonra bu satışın gün yüzüne çıkarılması, davası yıllarca süren bir Irangate (İran tuzağı) dosyasının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu desteğin sebebi sadece ABD'nin silah satışından elde ettiği ekonomik gelir değildi. Aynı zamanda savaşın devam etmesinin stratejik hesaplarına uygun olması ve savaşın devam edebilmesi için silah dengesinin korunmasını istemesiydi. İran'ın ABD'nin böyle bir stratejik hesabının olduğunu fark edememesi mümkün değildi. Ancak Irak üzerinde güç sahibi olmayı ve Saddam'ı dize getirmeyi bölgesel güç olmak için önemli bir aşama olarak gördüğü için savaşta ısrar ediyor, savaşabilmek için de Amerikan silahlarını kabul ediyordu. Çünkü her ne kadar Sovyetler Birliği'yle iyi ilişki kurarak kendisine yeni bir kapı açmış olsa da, şah döneminde temin edilmiş silahların çoğu ABD menşeli olduğundan onları kullanabilmek için ABD'den yedek parça ve malzeme almaya ihtiyacı vardı.
İran, Afganistan'da Taliban yönetiminden rahatsızdı ve ABD'nin bu ülkede ona karşı bir cephe açmasından, onun yönetimini devirmek için devreye girmesinden hiç rahatsız olmadı, bilakis memnun oldu. O yüzden Afganistan'daki Şii örgütlerinin Taliban'a karşı açılan savaşta ABD'nin ve işbirlikçilerinin işlerini kolaylaştıran bir tavır sergilemelerini sağladı.
2003'te Irak'ın işgali her ne kadar başını ABD'nin çektiği koalisyon güçleri tarafından gerçekleştirildiyse de ve görünüşte bu koalisyonun içinde İran mevcut değil idiyse de perdenin arkasında koalisyona İran da dahildi ve hatta işgalin içeriden zeminini hazırlayan unsurlar tamamen İran'ın yönlendirdiği unsurlardı ve eğer ki içerden şartları hazırlayan bu unsurlar olmasaydı Irak'ın işgali çok da kolay olmayacaktı. Bu yüzden Irak işgalinin iki ana gücünün İran ve ABD olduğu olaylara gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşanların ortaklaşa dile getirdikleri bir husustur. ABD, İran'ın Irak'ın işgali konusunda kendisine sunduğu kolaylıkların karşılığını Irak'ta yeni yönetimin oluşturulması sürecinde onun adamlarına aktif rol oynamaları imkânı sağlayarak vermiştir.
Bu gerçeği İran'ın eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da itiraf etmiştir. Videosunu internette rahatça görebileceğiniz bu itirafında Ahmedinejad, ABD'ye gerek Afganistan işgalinde gerekse Irak işgalinde yardım ettiklerini dile getirmekte ve yine de ABD'ye yaranamadıklarından, ABD'nin sürekli çifte standartçı bir politika izlediğinden dert yanmaktadır.
Fakat şunu özellikle vurgulamak gerekir ki bu ilişkilerde çifte standartçı oynayan sadece ABD değildir ve İran da sürekli ona karşı çifte standartçı bir politika izlemiştir. Çünkü söz konusu ilişkilerin temelinde her iki taraf açısından da çıkar hesapları vardır. Ayrıca hep karşıt cephelerin güçleri olarak öne çıktıklarından dolayı perde arkasında kurdukları ilişkilere karşılık perdenin önünde hep birbirlerinin aleyhine tavır takınmış, sürekli birbirlerini tehdit eden açıklamalarda bulunmuşlardır. Bunu bir paralel çıkar ilişkisi değil de çapraz çıkar ilişkisi olarak tanımlamak mümkündür. Bu çapraz çıkar ilişkisi onların 1979'dan bu yana geçen kırk yıllık süre içinde birçok kez savaşın eşiğine gelmelerine rağmen ciddi bir savaşın içine girmelerini önlemiştir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız