Adalet, “hak”kın gözetilmesi ve yerine getirilmesi ve herkese “hak" ettiğinin tevdi edilmesidir. Adalet, kişinin kendi nefsine ve başkalarına karşı gözettiği “hak”tır. Adalet, toplumsal ve siyasal işlerde “hak”lı ile “hak”sızın ayırt edilmesi ölçüsüdür.
Adalet, Kur’an-ı Kerim’in vazgeçilemez mihver kavramlarındandır. Adalet, Kur’an’ın şaşmaz terazisidir. Adaleti zayi edenler, zayi olmaya mahkûmdurlar. Adalet, zalimleri durduran kuvvetin adıdır. Kur’an’ın tevhid ile aydınlattığı dünyanın dengesi adalet ile kaimdir. Zulüm karanlık ise adalet aydınlıktır.
Bil ki; “Kur’an’daki anasır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksadlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür.” (Said Nursî, Arabî İşârâtu'li’câz, Sh: 23) Yani Şari-i Hakikinin asıl maksadı, tevhid, nübüvvet, haşir ve adalete münhasırdır. Adaletten vazgeçmek; tevhidden, nübüvetten vazgeçmek gibidir.Kur’an’ın tevhidden sonra en mühim dersleri adalet, ibadet, nübüvvet ve haşir dersleridir.Allah-û Teâla, kâinatta insanoğlu yaşadıkça onlar arasında adaletle hükmedecek ve bireyleri Allah’ın dosdoğru yoluna yöneltecek bir topluluk var edecektir. Hz. Peygamber (sav) sonrası bu görevi, onun manevî mirasına sahip çıkmakla mükellef olan başta âlimler olmak üzere tüm Müslümanlar gerçekleştirecektir. Zaten ayette kıyamete kadar bu ümmet arasında hidayet rehberi olacak bir topluluğun bulunacağı müjdelenmektedir.
” Yarattıklarımızdan hakikate yönelten ve onun doğrultusunda adaletle hükmeden bir topluluk da vardır.” (A’raf, 7/181)
Sahabe neslinden İbn Abbâs (ra)ayette sözü edilen topluluğun “Muhammed (sav) ümmeti, muhacirler ve ensâr” olduğunu belirtirken, Cübbâî ayetin maksadını şöyle açıklamaktadır. “Bu ayet, her zaman hakkı ikame eden, ona göre davranan, hakka davet eden ve hiçbir zaman herhangi bir şey hususunda bâtılda ittifak etmeyen kimselerin bulunacağına delâlet etmektedir.” (Fahreddin er- Râzî, Mefâtîhu’l‐Ğayb, C: XV, Sh: 72 ) Ömer Nasuhi Bilmen (ra) de, “bu topluluğun temiz yaratılışlarını muhafaza eden, insanları hak sözle irşad ve aydınlatmaya gayret gösteren, aralarında çıkan problemleri adaletle çözen ve dünyadaki tüm işleri hakkaniyetle yürüten seçkin bir topluluk olduğunu ve İslâm âleminde böylesi bir topluluğun kıyamete kadar bulunacağını belirtmektedir.” ( Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an‐ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsirî, Bilmen Yay., İstanbul/ts., C: II, Sh: 1130) Adalet zamanla ve mekânla mukayyed değildir. Zamanın ilerlemesi, mekânın değişmesiyle adalet iptal olunmaz. Yani adalet zaman ve mekân aşımına uğramaz.
”Allah, size emaneti mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verirken adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın bu şekilde size verdiği öğüt, ne güzeldir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.” (Nisa, 4/ 58)
Adalet, Allah-û Teâlâ’nın amir hükmüdür. Şu veya bu sebep ve gerekçeyle ertelenemez ve ötelenemez. Adalet, kâniatın ana direğidir. Adalet zayi olursa kâinatın dengesiz bozulur. Hayatı zulüm, fitne ve fesad kuşatır.
Adalet, Allah’ın emri üzere her şeyin yerli yerinde olmasıdır. Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. “Hukuk” kelimesi Arapça olup “Hak” kelimesinin çoğuludur. “El-Hak” ise Allah-û Teâlâ’nın Esmaü’l Hüsna’sındandır. Dolayısıyla Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine dayanmayan ve Allah’ın şeriatinden alınmayan hiçbir şey hukuk sayılmaz. İmam-ı Şafii (ra) der ki: “Adalet, Allah-û Teâlâ’nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır.” (İmam-ı Şafii, er-Risale, Kahire, 1979 (2. bsm.) Sh. 25, madde:71)
İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah (cc)'ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye "adalet" denir. Bu bir anlamda, Allah-û Teâlâ’nın emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir. Zıddı, zulüm ve haddi aşmaktır. Ayrıca kötülükten arınmış vicdanın ifrat-tefritten uzak olarak itidal çizgisinde gördüğü her nevi meşrû (şer'i) hareket manasına da kullanılır. (Bkz.Tasvir-i Ahlâk/Ahmet Rifat, Sh: 21-22 ) Hanefi fukahası; Allah (cc)'ın indirdiği hükümlerle hükmedilen, müminlerin bey'atla gayrimüslimlerin "zimmet akdi" ile güvenliğe kavuştukları beldelere dâru'l-İslâm dedikleri gibi, dâru'l-adl de demişlerdir. (Bkz.Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve IstılâhatıFıkhiyye Kamusu, İst.1976, c. III, sh. 512. Mad. 526/1) Çünkü İslâm dini, Allah (cc)'ın indirdiği ile hükmetmektir ki, esasen "adâlet" budur. (Bkz.Kelimeler Kavramlar/Yusuf Kerimoğlu, Sh: 31, İst/ 2011)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız