Bahsedilen bu “değer sahibi duyarlı” çocuklara değerleri kazandırırken biz anne-babalara kuşkusuz çok fazla görev düşmektedir. Değer, dediğimiz kavramı çocuklarımıza bir bilgisayara program yükler gibi yükleyemeyiz. Değer, ancak sosyal rollerle öğrenilerek gelecek kuşaklara aktarılır.
Çocuklarımıza en küçük yaşlardan itibaren mutlaka seviyelerine uygun sorumluluklar vermeliyiz. Biz anne-babalar her şeyi çocuklarımız adına düşünüp yaparsak, onlar nasıl sorumluluk sahibi olacaklar? Ye, iç, gez, tüket şeklindeki yaşam tarzı, çocukları mirasyedi konumuna hazırlayacaktır.
Çocuk, üzerine hayal kurulan, dua edilen, evin en kutsî misafiri aynı zamanda en değerli emaneti. Emanet kelimesi biz de bir kimliği temsil eder. Emin olunan kişi. Bu insan, mesûliyet alanıyla ilgili ahde vefa üzerine yaşama gayreti içinde bulunandır. Bizi anne babalık makamı ile tanıştıran, en büyük emanetimiz olan çocuklarımız, daha dünyaya gözlerini açmadan başlarız onlar üzerine hayal kurmaya. İsteriz ki, bu dünyada insanın yaşayabileceği bütün güzellikleri yaşasınlar. Savunduğumuz değerlerle mücehhez, iyi insan, iyi vatandaş ve iyi bir kul olsunlar. İsteriz ki “iyi” kavramlarının, zamana ve zemine göre değişmeyen sabiteleri olsun. Zamanın çeldirici davetleri karşısında savrulmasınlar, yalpalamasınlar. Dünyanın her neresine giderse gitsin, değişmeyen nitelikte olsun güzel ahlâkları. Sorumluluk sahibi her anne baba bu hayali kurarken ideal insan yetiştirme adına “Ne yapmam gerekiyor?” sorusunu da kendilerine sürekli sorarlar. Bilirler ki, bu insan tipi kendiliğinden yetişmeyecektir. Ve sadece aileler değil, toplumlar ve milletler de bu insanı yetiştirecek eğitim modellerini ararlar. Çünkü dünya, insanın eliyle değişecektir. Biliriz ki her çeşit hizmet, güzel ve değerlidir. Ancak insana yapılan yatırım çok daha mukaddes ve bir o kadar da muhteremdir. Ve tarih bize göstermiştir ki bir insan bazen bir ülkenin kaderini değiştirir. Bu ideal insana duyulan özlemle ilgili olarak, Hz.Ömer (ra) zamanında yaşanmış bir olay anlatılır kaynaklarda.
Zeyd bin Eslem'in babasından naklettiğine göre; “Ömer bin Hattab (ra) bir gün dostaları ile otururken aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: Hz. Ömer(ra): Eğer Allah (cc) tarafından kesin olarak kabul olunacağını bildiğiniz tek bir dua hakkınız olsaydı Allah'tan ne dilerdiniz? Oradakilerden biri: Ben, şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim, demiş. Bir başkası: Ben, şu oda dolusu altınım olsun da Allah yolunda harcayayım isterim, demiş. Bir diğeri ise: Ben de, şu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam, demiş. Bu dua taleplerini duyan Hz. Ömer (ra): Başka? deyince, başka bir şey istemeyiz, demişler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) kendi duasını şöyle dile getirmiş: Ben, Allah yolunda görevlendireceğim Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Muaz Bin Cebel ve Huzeyfe Bin Yeman gibilerden oluşan bir oda dolusu yiğit isterdim, demiş.”
Bu istekte bizim de en çok ihtiyaç duyduğumuz, dualarımızı süsleyen bir insan tipi çıkıyor karşımıza. Bir taraftan kendi köklerine sımsıkı bağlı ama diğer taraftan dünya ile entegre olabilen ufku geniş, “değer sahibi duyarlı” çocuklar. Biliyoruz ki iyi yetişmiş bir insan hiçbir maddiyatla kıyaslanamaz. Edep ve terbiyesi ile ilgilenilmiş bir çocuk, ailesi ve toplumu için en büyük servet, en değerli mirastır.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız