Aslında mala, mülke sahip olmak sorun değil, sorun servetle kurulan ilişki biçimidir. Öncelikle mülke bakış açımızı sahihleştirmek gerekiyor. Mülkün Mutlak Maliki olan Allah’ı atlamadan, emanet bilinci ile olayı kavramak ve gerçeği teslim etmek durumundayız. Emrimize amade kılınan evreni; emanet ve ehliyet hassasiyeti ile idrak ettiğimiz zaman, ne sahip olduklarımızla tekasür ve tefahür yarışına gireriz, ne de kimseye tahakküm ve tecavüzde bulunma yanlışına düşeriz...
Tutkuların tutsağı olanlara özgür diyebilir miyiz? Bugün bencilleşen, bireyselleşen, dünyevileşen insanlar varlık içinde de olsalar yalnızlaşıyor ve fıtratlarına yabancılaşıyorlar… Yeryüzünün efendisi olması gereken insan, maddenin kölesi durumunda… Zenginliğin şaşaası ile şımaran insanlar şuurlarını yitirdi, hayata şaşı bakıyorlar….
Varlık üzerinden müminlere terettüb eden sorumluluklara baktığımız zaman, Kur’an’ı Kerim’de şu kavramlar dikkatimizi çekiyor: Zekat, tezekki, tezkiye, sadaka, infak, mal ile cihad, karz-ı hasen, ita, it’am, fekki rakabe, tahriri rakabe, birr, ihsan, isar, fidye, keffaret, cizye, ganimet vs.
Bunlar Müslümanların mali imkânlar bağlamında arınmalarını sağlayan konulardır.
Modern zamanların mali ilişkilerine baktığımız zamanda insanlarımızın gündemini dolduran literatür şu kelimeleri içeriyor:
Kâr, kazanç, gelir artışı, GSMH, ciro, kredi, prim, ücret, faiz, fon, repo, kur, kalkınma payı, para akışı, ekonomik göstergeler, borsa, döviz, hisse senetleri, banka tahvilleri, sigorta, finans kaynakları, reklam, rekabet piyasası, rant, reyting, bilanço, envanter vs.
Bu sıralamayı uzatmak mümkün, ancak buna gerek yok, önemli olan günümüz Müslümanlarının bu kategorilerden hangisi ile daha ilgili olduğudur. Gerçekten konuşma dilimizi belirleyen, yaşam standartlarımızı şekillendiren hangi kelime grubudur. Bunun üzerinden ait olduğumuz anlam dünyasını, hayat mantalitesini tespit edebiliriz…
Tabii ki, bunu doğru belirleyebilmek için dünyayı değerlendirirken kalkış noktamız ne olacak?
Biz mi dünya içiniz, dünya mı bizim için?
Mal mı bize ait, biz mi mala aitiz?
Sürükleyen kim, sürüklenen kim?
Aslında mala, mülke sahip olmak sorun değil, sorun servetle kurulan ilişki biçimidir. Öncelikle mülke bakış açımızı sahihleştirmek gerekiyor. Mülkün Mutlak Maliki olan Allah’ı atlamadan, emanet bilinci ile olayı kavramak ve gerçeği teslim etmek durumundayız.
Emrimize amade kılınan evreni; emanet ve ehliyet hassasiyeti ile idrak ettiğimiz zaman, ne sahip olduklarımızla tekasür ve tefahür yarışına gireriz, ne de kimseye tahakküm ve tecavüzde bulunma yanlışına düşeriz...
Çünkü, nihayetinde “Mülk Allah’ındır”
İlahi İrade’nin mülke müdahalesini kimse yok sayamaz. Hiç kimsenin “bu benim mülkümdür kimse karışamaz”, deme hakkı yoktur. Varlık ancak Varedenin muradına uygun olarak kullanılabilir.
Bunun adı, kulluktur…
Bu bakımdan İlahi İrade’nin mülke müdahalesinin ismi, zekattır…
Bunun en alt limiti, kırkta birdir… Bundan sonrası için sınır yok, imanın kemali ile ilgili bir durumdur. Kırkta kırkını veren, kırkta biri istiyor, çok mu? Sonuçta Allah’ın bize verdiğinden vermiyor muyuz? Kimin malını kimden esirgiyoruz? Kaldı ki, verdiklerimiz bire yedi yüz olarak bize dönecek, bunu da biliyoruz…
Vermemekle hangi akla hizmet ediyoruz?
Veren Allah’tır…
“Ver”, diyen de Allah’tır…
Vermemezlik edebilir miyiz? Buna hakkımız var mı?
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız