“İmkânım yoktur” demek, imanı olana yakışmaz. Çünkü imandan daha büyük imkân bulunmaz. Bu nedenle diyoruz ki; imanı olanın imkânları tükenmez. İmanın şuuruna ermeyen bu hakikati bilmez. İmkânlar tükense de imanı olan için imtihan; deniz önüne çıktığında Musa (as), ateşe atıldığında İbrahim (as), hastalık geldiğinde Eyyub (as), kardeş ihanetiyle karşılaştığında Yusuf (as) olup sabır ile Mısır’a sultan olmaktır.
Tarihte kalıcı olanlar, imkânla değil imanla var olanlardır. İman, imkân üretir ama imkân iman üretemez. Tam tersine, imkânın bolluğu, imanı zaafa uğratabilir. Çünkü imkân bolluğu gevşeme, pelteleşme, gurur ve yozlaşma getirebilir. İman, imkânsızlığı zafere dönüştüren nur ve kuvvettir. İmansızın elinde her imkân kendi başına bir zillettir.
Allah’ın dünyasında Allah-û Teâlâ tarafından rehbersiz ve örneksiz/öndersiz bırakılmadık. Korunmuş bir Kitab’ın, sözleriyle, fiilleriyle ve takrirleriyle/sükût ve tecvizleriyle üsve-i hasene olan bir Peygamberin sünnet ve siretinin muhataplarıyız. İnsan, Allah’a ubudiyet amacı doğrultusunda yaratılmış, kendisine doğru yol gösterilmiş ve yanlış yollara gitmemesi tembih olunmuştur. Öte yandan insana tanınan özel imkânlar onun bu özel gayesine matuf olarak kendisine tahsis edilmiştir. (Bkz.İbn Rüşd, el-Keşf, Sh: 134, Beyrut 1402/1982) İnsan olarak iman ettiğimiz güden bu yana ibarelerimizden, idarelerimizden ve iradelerimizden hesaba çekileceğiz. Biz insanla, zamanla, mekânla ve imkânla imtihandayız. İnsanın, zamanın, mekânın ve imkânın hakkını vermeyenler, imtihanı kaybedenlerdir.
“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 14/34)
Rabbimizin nimetleri, bize imtihanı kazanmamız için verilmiş imkânlardır. Rabbimizin hayat nimeti, varlık nimeti, vahiy nimeti, kitap nimeti, peygamber nimeti, hidayet nimeti, dış dünyamızdaki nimetleri. Bırakın onları bizler vücudumuzdaki nimetlerini bile sayamayız. Bedenimizdeki nimetleri, göklerdeki nimetleri, denizlerdeki nimetleri, karalardaki nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Ama tüm bu nimetlerin sahibine karşı gerçekten insan çok zalim ve nankördür. İnsanlar Allah’ın nimetlerini biliyorlar, nimetlerin sahibi olarak Allah’ı tanıyorlar ama inkâr ediyorlar, nankörlük yapıyorlar, zalimce bir tavır takınıyorlar. Allah’ın arzında Allah’ın verdiği nimetlerle hayatlarını devam ettirip sahte ilahların hükümlerine ve hâkimiyetlerine çok zalim ve çok nankördürler. Bunlar önce imanın sonra imkânların imtihanını kaybedenlerdir. İman penceresinde bakıldığında görülecektir ki; her imtihan bir imkân, her imkân bir imtihandır. Bizi köle yapan küfür ve günahlarımız, bizi sultan yapan imanımız ve salih amellerimizdir.
Allah kuluna asla zulmetmez, imtihan ise kul için bir zulüm değil rahmettir. Musibet perdesi altında hikmet-i ilahinin insanı şekillendirmesi söz konusudur. İnsan ise bu musibet perdesine takılmaz ve ardındaki hikmetleri okuyabilir, cüz-i iradesi ile külli iradeye teslim olma yoluna hem niyet hem de ef’ali ile girer ise işte tasaffiyat imtihanını kazanmaya liyakat kesbetmiştir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız