İslam ve O’nun Aziz Peygamber’i Muhammed (sav), İslam’ın ilk günlerinden itibaren hayatının sonlarına kadar şirki mahkûm etmek ve tevhidi hâkim kılmak için mücadele vermiştir. Buna rağmen Mekke müşrikleri, her türlü terbiye sınırlarını aşarak Hz. Muhammed (sav)’e; “Allah’tan başkasına kulluk etme” (Bkz.Zümer, 39/64) teklifinde bulunacak kadar şımarmışlardı.
“İtikâdî ve amelî şirk ne demektir, günlük hayatta bunun tezahürleri nasıl ortaya çıkmıştır, Kur’an ve sünnetten hareketle anlatabilir misiniz?
Arapçada “eş-şerîke ve eş-şirk” şeklinde kullanılan şirk sözcüğü, “ortaklık” manasına gelir. İtikadi anlamda şirk, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olduğunu kabul etmek, O’ndan başka ilah tanımak, onlara inanmak; amelî şirk ise, ibadetle ilgili ameli konularda Allah’tan başkasını ortak koşmaktır. İslam her iki şirk türünden müminleri sakındırmıştır. Çünkü önünde baş eğilecek tek varlık, Allah’tır ve kâinatta tapılmaya layık tek varlık sadece O’dur. Hz. Adem (as)’dan Hz. Muhammed (sav)’e kadar bütün peygamberler gönderildikleri toplumlarda şirkle mücadele etmişler ve toplumlarını hem itikadi ve hem de ameli konularda tevhide uygun hareket etmeye çağırmışlardır. Kendisine risalet görevi verilen her peygamberin kavimlerine ilk daveti: “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur” (Bkz. A’raf, 7/59, 65, 73, 85; Hud, 11/61, 84) olmuştur. Nitekim nübüvvet zincirinin son halkasını oluşturan Hz. Muhammed (sav) de kendisine risalet görevi verildiği zaman aynı tevhid çağrısını tekrarlamıştır. "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz." (Bakara, 2/21) Hz. Peygamber (sav)’in bir olan Allah’a kulluk çağrısı kısa zamanda Mekke’de karşılık bulmuş, çoklu ilah inancına sahip olan oligarşik zümre, içinde yaşadıkları toplumda farkındalık bilinci oluşturmak için harekete geçmişlerdir. Çünkü Hz. Muhammed (sav)’in tek Allah’ı ilah tanıma ve sadece O’na kulluk etme temeline dayalı daveti, çok ilahlı bir inanca sahip olan müşriklerde derin bir şaşkınlık uyandırmıştır. Bu sebeple cahiliye toplumunun kanaat önderleri, toplumu, sahte ilahlarına bağlılık konusunda direnişe çağırmışlardır. Çünkü sadece onlarda değil, İslam öncesi muharref Hıristiyanlıkta da üçlemeye dayalı çoklu ilah inancı vardı. Dolayısıyla Mekke müşrikleri, bir Allah’a çağrı esasına dayalı olarak gönderilen son ilahi mesajı, uydurma olarak nitelendirdiler. Onlar, bu tevhide dayalı çağrıyı, çok tanrılı inanç sistemlerine bir saldırı olarak değerlendirdiler. (Bkz. Sa’d, 38/5-7)
Mekke müşrikleri atalarından tevarüs eden nasıl bir şirk dinine tabi idiler? Kur’an nazil olmadan önce cahiliye Arap toplumunda farklı inanç biçimleri olduğu kadar dînî hayatla ilgili ibadet şekilleri de vardı. Meselâ, çok tanrılı ulûhiyet anlayışına, peygamber, melek ve kader inancına paralel olarak; namaz, oruç, hac, kurban vs. gibi ibadetler de söz konusu idi. Cahiliye toplumunun dini hayatında az sayıda muvahhid insanların varlığıyla birlikte, geneli Allah’a inanıyor, O’na yaklaşmak için bir takım varlıkları aracı ittihaz ederek ulûhiyet atfediyorlardı. İslam’ın doğuşundan önce Mekke’liler putperesttiler. Fakat onlarda, daha o zaman tekâmül etmiş, yüce, tek ve her şeye gücü yeten bir tanrı fikri vardı. Bu mefhum ilah kavramının yanında özel olarak; dişi ve çoğul bir şekil almayan Allah kelimesiyle ifade ediliyordu. (Bkz. Ankebût, 29/61. Ayrıca bkz. Mü’minûn, 23/84–89) Putlarsa, Allah’ın yanında şefaatçi olarak nitelendiriliyordu. (Bkz.Yunus, 10/18) Bununla birlikte ayrıca müşrikler hac günlerinde telbiye ederek Allah’la birlikte ilahlarını da O’na ortak ediyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin itikatla ilgili konularda: “Onlardan çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar” (Yusuf, 12/ 106) buyrulması buna örnektir. Yine itikatta şirke en büyük örneklerden birisi de onlarda bulunan melek inancıdır. Onlar, melekleri, Allah’ın evlatları olarak düşünür ve ibadetlerine konu edinirlerdi. Kur’an onların bu inançlarını şu şekilde sorgulamıştır: “Zevcesi olmadan nasıl çocuğu olabilir?” (Enam, 6/101), “O, doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas, 112/3) Cahiliye Arapları, meleklerden ayrı olarak cin ve şeytanlara da taparlardı. Yüce Allah bu konuda: “Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler” (Saffat, 37/158) buyurmuştur. Ayette geçen cinler, melekler manasına da yorumlanmıştır. Çünkü müşrikler, meleklere, “Allah’ın kızlarıdır” diyorlardı. Böylece uluhiyeti parçalamış oluyorlardı. Nübüvvet inancı konusunda da kendileri kriter koymaya kalktılar. “Bir rivayette de Velid b. Muğîre, Allah Elçisi’ne: Eğer senin nübüvvetin doğru olsaydı, Sen’den önce (peygamber) ben olurdum. Yaş ve servet bakımından Sen’den daha büyüğüm” (Muhammed Gazâlî, Fıkhu’s-Sîre, (Mısır: Dâru’l-Kutübi’l-Hadîse, 1965), 26) diyordu. Bu ifade aslında Hz. Peygamberin nübüvvetini reddetmekti. Cahiliyede putperestleri, diriliş gününü de açıkça inkâr ediyorlardı. “Derler ki: Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.” (Enam, 6/29)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız