Modernizm tek dünyalılık üzerine kurulmuş olan bir hayat sistemdir. Varlığını devam ettirebilmek için insanın sadece bu dünyasına yatırım yapar. Elindeki bütün imkânlarıyla insana, hayatın öteki yüzü olan ahireti unutturmaya çalışır. İnsana ahireti hatırlatacak her şeyi hedef tahtasına yerleştirir. Dünya ile ahiret arasındaki bütün bağları koparmaya çalışır. Ahiretsiz bir dünya tasavvuru modernizmin en büyük hedefidir.
Günümüz Müslümanları modern çağda salih amel reklamcılığına başladı. Herkes, yaptığının Allah rızası için olduğunu bir başkasına anlatmaya çalışıyor. Oysaki Allah rızası için olan bir amelin reklamının olmaması gerekir. İnsanlardan takdir bekleyerek yaptığımız salihatın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Yaptığımız işlerde kendimizi ön plana çıkarma gayreti bizi tüketiyor. Oysaki mümin insan, tohum eker, ama hasadı bir başkasına bırakır. Salih amellerin bereketi ancak bu sayede olur.
İlahi rehberliğin elçileri olan bütün peygamberler, muhataplarına öncelikle doğru bir Allah inancı terbiyesi vermişlerdir. Bunun hemen ardından ikinci sıraya ahiret inancı terbiyesini koymuşlardır. Çünkü beşeri insan etmenin yolu buradan başlıyor. Malumunuz mutluluk kitabımız Kur’an’ın da ilk nazil olan surelerinin konusu; Allah ve ahirettir. Bu surelerde ahiret, bütün detaylarıyla gözler önüne serilir. Kendisini Rabbinin terbiyesine bırakan mümin, bu sureleri okurken adeta boyut değiştirip ahireti yaşamaya başlar. Okunan her bir ayet, insan ruhunu ahiret seyahatine çıkarır. Bu seyahatte ahiretle ilgili her bir bilgi yakin derecesinde tecrübe edilir. Böylece Kur’an, muhatabında sorumluluk bilincinin zirvesini oluşturur. Bu durumu Efendimizin bizzat terbiye ettiği ashapta müşahede edebiliriz. Onlar, gerek ahiretle ilgili ayetleri okurken, gerekse sevgili peygamberimizden ahireti dinlerken adeta sonsuzluğun manzalarını seyre dalıyorlardı. Haşrdan bahsedilince haşrı yaşıyorlar, mahşer söz konusu olunca mahşere yürüyorlar, mizanın başında hesabı veriyorlar, sırat’ı gözlerinin önüne koyuyorlardı. Cennetin kokusunu alıp, ırmaklarının sesini dinliyorlar, gölgeliklerinde serinleyip meyvelerini tadıyorlardı. Cehennemin homurtusunu duyup hararetinden adeta terliyorlardı. Sanki ahireti üç, beş, yedi boyutlu olarak seyrediyorlardı. Verilen ahiret eğitiminin onlarda oluşturduğu vicdan sayesinde cezası en ağır olan günahları dahi itiraf ediyorlardı. Dünya tarihinde cezası ölüm olan bir suçu işledikten sonra bunu kendisinden başka kimsenin bilmediği ve davacı olan da olmadığı halde cezasını bile bile gelip itirafta bulunan ve ısrarla cezasının verilmesini isteyen şahsiyetleri yetiştiren başka bir toplum var mıdır? Bu numune şahsiyetler dünyada alacakları bütün cezaları ahiretin cezalarına tercih ediyorlardı. Kınanmayı ve ayıplanmayı akıllarına dahi getirmiyorlardı. Yeter ki işledikleri günahların cezasını burada ödeyerek sonsuzluğa temizlenmiş olarak gidebilsinler. Onun için de Efendimize “temizle beni Ya Resulullah” diye yalvarıyorlardı. Bu sorumluluk bilincine sahip olan şahsiyetler dünya ile hayatın öteki yüzünü bir arada yaşıyorlardı. Böylece dünya ceset olmaktan çıkıp ruhuna kavuşuyor ve canlanıyordu. Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan, yaratılış amacına uygun olarak yaşamayı, ahiret inancını canlı tutarak gerçekleştiriyordu. Onlardaki ahiret inancı, yaşadıkları toplumun mutluluk sigortasıydı.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız