İslam dini gerek inanç ve ibadet esasları gerekse sosyal hayat ve ahlâk ilkeleri itibariyle fert ve toplum olarak insanın yaratılışına uygundur. Fıtrat dini olan İslam’ın, insanın fıtratı gereği olan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına önem vereceği açıktır. Bu itibarla, insanın maddi/bedensel ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasını mubah gördüğü gibi, ruhi-manevî, bedii-estetik ihtiyaç ve arzularının karşılanmasını da aynı şekilde mubah görmüştür.
1-Kadın mehir olarak mal olmayan bir şey isteyebilir mi?
İslam’da satışı veya kullanılması mübah olan her şey mehir olarak verilebilir. Taşınır ve taşınmaz mallar, zinet eşyası, standart (mislî) olan şeyler ve hatta taşınır veya taşınmaz bir maldan yararlanma hakkı da bunlar arasındadır. (Bkz.Kâsânî, Bedâi, II, 279) Mal olarak ekonomik karşılığı olmayan ve sadece taat olan bir şeyin mehir olarak verilip verilemeyeceği, Kur’an-ı Kerim’i veya dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp sayılmayacağı fakihler arasında tartışılmıştır.
Hanefîler mehrin maddî değeri olması ilkesinden hareketle bunu caiz görmezken (Bkz.Kudûrî, el-Kitâb,3/14; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 3/317) diğer bazı mezhepler Kur’an ve fıkıh öğretimi gibi işlerin mehir olabileceğini söylemişlerdir. (Bkz.İbnRüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, İstanbul 1985, II, 15, 16; Şîrâzî, et-Tenbîh, s. 166; Şevkânî, es-Seylü’l-Cerrâr, 2/277; Hallâf, Ahkâmu’1-Ahvâli’ş-Şahsıyye, s. 76; Şa’bân,el-Ahvâlü’ş-Şahsıyye, s. 239) Kadının evleneceği erkekten mehir olarak kendisini hacca götürmesini istemesi konusunda da aynı ihtilaflar geçerlidir.
Diğer taraftan evlenecek kadının mehir olarak muhatabının “namaz kılmasını, oruç tutmasını, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlık veya haramları terk etmesini istemesi” -bunlar zaten kişinin yerine getirmesi gerekli görevler olduğu ve kadına doğrudan bir fayda sağlamadığı için- mehir olarak kabul edilemez. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de kendileri ile evlenilmesi helal olan kadınlarla ilgili olarak “mallarınızla (mehirlerini verip) iste meniz…” (Nisâ, 4/24) ifadesi yer almaktadır ki, bu durum bu tür şeylerin mehir olmasına engeldir.
2-Ölen kadının hayatta iken kendisine ödenmemiş olan mehirinin hükmü nedir?
Mehir kadının nikâh ile hak kazandığı bir alacağıdır. (Bkz.Nisâ, 4/4, 24) Kadın hayatta iken kocası bu hakkını vermemişse ölümünden sonra mirasçılarına vermek zorundadır. (Bkz.Şâfiî, el-Ümm, V, 110; Sahnûn, el-Müdevvene, II, 160; Fetâvâ-yı Hindiye, I, 318) Dolayısıyla kadın ölünce henüz almadığı mehiri de dâhil olmak üzere kendisine ait mal varlığı, techiz ve tekfin işlemi yapılıp borçları ödendikten ve vasiyeti şartlarına uygun olarak yerine getirildikten sonra miras olarak mirasçılarına intikal eder. Koca da diğer mirasçılar gibi hissesi oranında karısının mirasından pay alır.
3-Düğünde eğlenmenin dinî hükmü nedir?
İslam dini gerek inanç ve ibadet esasları gerekse sosyal hayat ve ahlâk ilkeleri itibariyle fert ve toplum olarak insanın yaratılışına uygundur. Fıtrat dini olan İslam’ın, insanın fıtratı gereği olan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına önem vereceği açıktır. Bu itibarla, insanın maddi/bedensel ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasını mubah gördüğü gibi, ruhi-manevî, bedii-estetik ihtiyaç ve arzularının karşılanmasını da aynı şekilde mubah görmüştür.
Ruhi ihtiyaçlardan olan müzik, İslam bilginleri tarafından çokça tartışılan ve hakkında lehte-aleyhte çok şey söylenen konular arasında yer almaktadır. Müzikle ilgili her iki tarafın öne sürdüğü gerekçeler birlikte düşünüldüğünde müziğin mutlak olarak yasaklanmadığı, aksine mubah kılındığı, hükmün,müziğin icra ediliş amacına göre değiştiği sonucuna ulaşılır.
Kur’an ve sünnette de müzik dinlemenin haram olduğunu ve müzik dinleyenlerin günahkâr olacağını ispata yetecek yeterli açık delil bulunmadığı görülmektedir. Nitekim Rasûlüllah (sav), nikâhın duyurulması için def çalınmasını öğütlemiştir. (Bkz.Tirmizî, “Nikâh”, 6) “Yine bir bayram günü Hz. Âişe’nin yanında def çalıp türkü söyleyen iki cariyeye söz söylemek isteyenlere: Bırakın, bu gün bayramdır, diye müsaade etmiştir.” (Müslim, “Îydeyn”, 4)
Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Benim yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile ilgili hamâsi) türküler söylerken Rasûlüllah (sav) çıkageldi. Gidip yatağın üzerine (yan üstü uzandı ve yüzünü de (aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebu Bekir (ra) içeri girdi. Beni azarladı ve: Rasûlüllah’ın hane-i saâdetlerinde şeytan çalgısı ha! dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav), ona yönelip: Bırak onları, (söylesinler!), buyurdu. (Onlar sohbete dalıp, bizden) dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.” (Buhârî, “Îydeyn”, 2) Diğer bir rivayette Hz. Âişe (ra) der ki: “Bir bayram günüydü. Siyahîler mescidde kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Rasûlüllah (sav)’den taleb etmiştim, yoksa o (kendiliğinden) mi (bilemiyorum). Seyretmek ister misin? buyurdular. Ben de: Tabii! dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu hâlde durduk. Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)! diyordu. Ben usanıncaya kadar böyle devam ettik. Usandığımı fark edince :Yeter mi? buyurdular. Ben:Evet! dedim. Bunun üzerine; Öyleyse git! dediler.” (Buhârî, “Îydeyn”, 2; Müslim, “Îydeyn”, 4)
Amir İbnSa’d (ra) anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza İbnKa’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensâri’nin yanına girdim, bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Ben dayanamayıp: Sizler, Rasûlüllah (sav)’in Bedir ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın, olacak şey değil! dedim. Bunun üzerine onlar: Otur, dilersen bizimle dinle, dilersen git, bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi! dediler.” (Nesâî, “Nikâh”, 80)
Bütün bunları göz önünde bulunduran âlimler, düğünlerde ve bayramlarda insanların haram sözler söylemeden ve harama düşmeden def çalıp, türkü söyleyip oynayabileceklerini ve eğlenebileceklerini söylemişlerdir. (Bkz. Kettânî, et-Terâtîbu’l-İdâriyye, İstanbul 1990, 2/348, 372) Ancak bir kadının özelliklerini tasvir eden, haramları güzel gösteren, cinsel duyguları tahrik eden ve mahremiyet kurallarına riayetsizlik gibi davranışlar caiz değildir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız