Akıl, Allah’ın muradını anlamaya vasıta ve vesiledir. Kullanılmayan akıl bu görevi yapmış olmaz. Akıl dini tefakkuh etmek için vardır. Bilindiği gibi fıkıh; Allah’ın muradını fehmetmek, Allah’ın gönderdiği dinin maksadını anlayarak hayatı ona göre şekillendirmeyi mümkün kılacak hükümleri istinbat etme faaliyetinin adıdır. Akıl bu faaliyeti terk ettiği andan itibaren varlık sebebine ihanet etmiş olur. Aklın varlık sebebi; Allah’ı hakkıyla tanımak, Allah’ın gönderdiği şeriatı aslına ve usulüne göre anlayıp vücut makinesini ona göre idare etmektir.
Dünyanın iki mühim sorunu vardır. Birincisi imansızlık, ikincisi ise akılsızlıktır. Batıda akıl var, iman yok. İslâm âleminde iman var, imanın rehberliğinde aklı kullanma yok. Batı âlemi imansızlıkta, İslâm âlemi de akılsızlıkta direndikçe dünyadaki bulanımlar, kaoslar son bulmayacaktır.
İman, aklın kılavuzu eminidir. Akıl şari’ değil müteşari’dir. Yani akıl şeriat koyucu değil, şeriata uyucudur. Akıl hukuk belirleyen, ma’ruf ve münker tanımlayan değil, el-Hak olan Allah’tan gelmiş olan hukuka uyan, ma’rufu ve münkeri tanıyandır. Şayet akıl ma’rufu ve münkeri tanımak yerine tanımlamaya kalkarsa insanların akılları miktarınca ma’ruf ve münker ortaya çıkar. Aklın hukuk belirlemeye, ma’ruf ve münker tanımlamaya kalkışması tuğyan olup intiharı anlamına gelir.
Akıl sözlük anlamı itibarı ile “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak, sığınmak ve tutmak gibi manalara gelir. Terim olarak akıl ise; duyu vasıtalarıyla idrak etmek sureti ile bilinmesi mümkün olan şeyleri bilme ve anlama gücü, iyiyi, kötüden ayırma kabiliyeti, varlığın hakikatini idrak melekesi, maddi olmayan fakat maddeye tesir eden cevher demektir. Bazıları aklı şu şekilde tarif etmişlerdir: “Cenab-ı Hakk’ın, insan bedenine has olarak yarattığı ruhani bir cevher ya da kalpte hak ve batılı birbirinden ayıran, insanı koruyan, kale içine alan ve helak edici yollardan uzaklaştıran kalbi ve ruhi bir kuvvet olarak kabul edilmiştir. İlim/bilgi elde etmeye elverişli olan kuvveye akıl denildiği gibi, sözü edilen kuvveden istifadeyle elde edilen ilmin kendisine de akıl denilir.” (Ragıb İsfahani, Müfredat (nşr. Safvan Adnan Davudî) Sh: 577, Dımaşk-Beyrut/1997) Akıl ilmin kaynağı değil, ilmi elde etmenin vasıtasıdır. Akıllarını imanın rehberliğinde kullanmayanlar, ilmin dışında kalanlardır.
Akıl, fıtratın tekâmül merdivenlerindendir. Aklın insanın yaratılışıyla birlikte var olan ve yaşadıkça gelişip olgunlaşan yönlerini ikili bir tasnifle benimsemek, mütekaddimîn dönemi edebiyat, tarih ve ahlâk literatürünün genel yönelimini ifade eder. Aklın insanla birlikte doğan ve tamamen vehbî olan yönü garîzî, matbû‘, mevhûb; bunun işlenerek, yaşanıp tecrübe edilerek geliştirilen yönü de tecrübî, mesmû‘, müstefad sözcükleriyle isimlendirilmiştir. (Bkz.İbn Abdi Rabbih, el-Ikdu’l-Ferîd (nşr. Muhammed Abdülkadir Şahin, Beyrut 2003), II, 93, 98; Râgıbİsfahânî, ez-Zerîa ilâ Mekârimi’ş-Şerîa (nşr. MahmudBeycu, Dımaşk 2001), Sh: 98 (İsfahânî tecrübî akıl için ‘müstefâd’ terimini kullanmaktadır); Mâverdî, Edebü’d-Dünyâve’d-Dîn (nşr. Yasin Muhammed es-Sevvâs, Beyrut 1995), 12 vd.;İbşihî, el-Müstatraf fî Külli Fennin Müztazraf (Beyrut 1991), Sh: 27) Hz. Ali (ra)’ye atfedilen şu mısralarda aklın bu iki anlamına işaret edilir: “İki çeşit akıl gördüm / Biri matbû‘ biri mesmû‘ Mesmû‘ olan fayda vermez / Matbû‘ akıl olmayınca Nasıl güneş fayda vermez / Gözde ışık olmayınca!” ( Ragıbİsfahani, Müfredat, Sh: 577) Buna göre İslâm kültüründe matbû‘ – mesmû‘ akıl ayrımının yazılı menşeinin Hz. Ali olduğu söylenebilirse de, Râgıb İsfahânî Kur’an’da Allah’ın kâfirleri akılsızlıkla zemmettiği her ayetin mesmû‘, akılsızlık sebebiyle kuldan teklifin kaldırıldığı her yerde ise matbû‘ akla işaret ettiğini söylemek suretiyle bu ikili ayrımın kökenini ilâhî vahiyde bulduğunu ihsas etmektedir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız