Komşularla ve genel olarak insanlarla iyi geçinebilmek için onların tüm kötü özelliklerine rağmen yalnız bir iyi hasletleri dahi varsa onu takdir ederek yaklaşmalı ve o bir iyiliğin tüm kötülükleri silme gücünü haiz olduğunu bilmelidir. Eğer böyle yapmaz, kendi hatalarımızı ve yanlışlarımızı unutur, etrafımızdaki insanların yanlışlarına odaklanırsak sosyal hayatta ülfet edilen bir insan olmamız da imkânsız hale gelecektir.
Allah Teâlâ bu ümmete namazsız bir kulluk göndermemiş, namazsız bir İslamiyet indirmemiştir. Tüm ibadetlerin başı mesabesinde olan namazdan yoksun bir Müslüman, başsız bir vücudun ayakta kalamayacağı gibi diğer ibadetleri de yaşatamayacaktır. Ahirette ilk hesaba çekilecek ibadet olan namaz, bu dünyada da bir Müslüman’ın dinine, toplumuna, ailesine faydalı olabilmesi için ön şartı teşkil etmektedir. Hem namazı muhafaza etmeli hem de bihakkın ifa etmeye özen göstermelidir.
Rivayet olunur ki Cenab-ı Allah önceki ümmetlerde ahlakı kötü olan insanların suretini ona uygun olan bir hayvanın suretine çevirirdi. Fakat Muhammed ümmeti üzerinden bu azap bu dünya hayatında kaldırıldı. Hadis-i şeriflerden anladığımıza göre bu dünyada böyle bir hadise vuku bulmazken, ahirette ahlakı ve ameli bozuk olanlar başka suretlerde haşr edileceklerdir.
“O gün sura üflenecek ve siz de bölük bölük geleceksiniz.” (Nebe, 78/18)
Kıyamet gününü tasvir eden ayetlerden olan bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra Muaz bin Cebel Efendimiz (sav)’e bu gelmenin nasıl olacağı hakkında sual eder. Hz. Peygamber (sav) de ona cevaben şöyle buyururlar:
Komşu Hakkını Gözetmek: “Ümmetimden bir grup kabirlerinden kalkarlar. Bunların elleri ve ayakları yoktur. Bunlar dünyadayken komşularına eziyet eden insanlardır. ” (Suyuti, ed-Durru’l-Mensur; VII, 393)
İslam medeniyetinde “Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.” (Buhari, “Edeb”,28; Müslim, “Birr ve Sıla ve'l-edeb”, 140 (2624,2625) hadis-i şerifine binaen komşuluk hakkı ehemmiyet arz etmektedir. Dikkat edilirse hadiste gayr-i müslim veya Müslüman komşu diye bir ayrım yapılmamıştır. Dini bir ayrım yapılmadıysa günahkâr gibi bir ayrımın söz konusu bile olamayacağı açıktır.
İslamiyet’e göre hakları yönünden komşular üç gruba ayrılır:
Üç hakka sahip komşular: Bunlar hem akraba, hem Müslüman olanlardır. Bunların komşu, akraba ve Müslüman olmaktan doğan üç çeşit hakları vardır.
İki hakka sahip komşular: Akraba dışındaki Müslüman komşular. Bunların komşu ve Müslüman olmaktan ileri gelen iki çeşit komşuluk hakları vardır.
Bir hakka sahip komşular: Akraba ve Müslüman olmayanlardır. Bunlar, akraba olmayan ehl-i kitap (Yahudi, Hıristiyan) veya müşrik komşulardır. Bunların sadece komşu olmalarından kaynaklanan bir tür hakları bulunur.
Bir komşunun hakkını gözetmek fazla sesten rahatsız olmasından dolayı hassas davranmaktan, her türlü hukuka riayete kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Eğer bu konularda hassasiyet gösterilmezse komşuların ahirette birbirinden davacı olma hakkının doğacağını da unutmamak gerekir.
Hz. Peygamber (sav)’e Medine dışından gelen bir grup her gün devamlı oruç tutan, geceleri de uyumayıp sürekli ibadet ve zikirle meşgul olan, bu nedenle vücudu zayıf düşen fakat buna rağmen insanlarla geçimi iyi olmayan, komşularına eziyet veren bir hanımın halinden bahsederler. Buna cevap veren Allah Rasulü ise “O cehennemliktir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/440) buyurur.
Komşularla ve genel olarak insanlarla iyi geçinebilmek için onların tüm kötü özelliklerine rağmen yalnız bir iyi hasletleri dahi varsa onu takdir ederek yaklaşmalı ve o bir iyiliğin tüm kötülükleri silme gücünü haiz olduğunu bilmelidir. Eğer böyle yapmaz, kendi hatalarımızı ve yanlışlarımızı unutur, etrafımızdaki insanların yanlışlarına odaklanırsak sosyal hayatta ülfet edilen bir insan olmamız da imkânsız hale gelecektir.
Zekâtı Aksatmamak: “Ümmetimden bir grup kabirlerinden kalkarlar. Karınları yılan ve akreplerle dolu olduğu halde Allah’ın huzuruna gelirler. Bunlar onun vermemiş olduğu zekâtlardır.” (Suyuti, ed-Durru’l-Mensur; VII, 393)
Müslümanlar zekâta azami ölçüde hassasiyet göstermeli, muhakkak not etmek suretiyle hesap etmeli ve düzenli bir şekilde vermelidirler. Şayet geçmiş senelerde ihmal ettiği olmuşsa zekât kazası caiz olan bir ibadet olduğundan tıpkı namazlar gibi onu kaza etmeyi de ihmal etmemelidir. Zekât ibadeti hem malları temizlemekte hem de bizzat Allah ve Rasülü tarafından malları manevi zimmet altına almakta, adeta sigortalamaktadır.
Namaza Hassasiyet Göstermek:“Ümmetimden bir grup kabirlerinden kalkarlar. Bunların suratları çevrilmiş, değişmiş, domuz şeklinde haşrolunmuşlardır. Bunlar dünyada namazı önemsemeyen insanlardır.” (Suyuti, ed-Durru’l-Mensur; VII, 393)
Rivayetlere göre seksen bin yıl Allah’a ibadet eden, semada secde etmediği bir karış yer kalmayan İblis, Allah’ın tek bir secde emrine isyan edip, böbürlendiğinden dolayı kovulmuş ve cennetten çıkarılmıştır. Bir secde emrini reddettiğinden ötürü seksen bin yıl ibadetin ardından şeytan manevi huzurdan kovulmuşsa; günde beş vakit Allah’ın huzuruna davet edildiği halde seccadelere, camilere yanaşmayan insanın ahiretteki akıbeti nasıl olacaktır, varın siz düşünün.
Allah Teâlâ bu ümmete namazsız bir kulluk göndermemiş, namazsız bir İslamiyet indirmemiştir. Tüm ibadetlerin başı mesabesinde olan namazdan yoksun bir Müslüman, başsız bir vücudun ayakta kalamayacağı gibi diğer ibadetleri de yaşatamayacaktır. Ahirette ilk hesaba çekilecek ibadet olan namaz, bu dünyada da bir Müslüman’ın dinine, toplumuna, ailesine faydalı olabilmesi için ön şartı teşkil etmektedir. Hem namazı muhafaza etmeli hem de bihakkın ifa etmeye özen göstermelidir. Unutmayalım, fıkha göre kişi namaz kılmadığı halde namaz kılanlardan daha iyi kalbini temiz tuttuğunu iddia ederse; şuur altında namazın faziletini inkâr ettiğinden dini dahi tehlikeye girmektedir. Özetle; Müslüman insan namaz kılan insandır. Namaz kılmayıp Müslüman olduğunu, kalbinin temiz olduğunu söyleyenler kendilerini kandırmaktan başka bir şey yapmıyor demektir.
Ticarette Dürüstlük:“Ümmetimden bir grup kabirlerinden kalkarlar. Bunların ağızlarından kan ve irin akar. Bunlar dünyadayken alışverişlerinde yalan konuşan insanlardır.” (Suyuti, ed-Durru’l-Mensur; VII, 393)
Alışverişlerinde yalan konuşarak mal satmaya çalışan, ticarete yalan karıştırarak mallarını haram hale getirenlerdir. Müslüman’ın ticaretinde yalan yoktur. Zira o alışveriş esnasında malını tartarken sesli besmele çekmenin dahi, müşteriyi etkileyebileceği tehlikesine karşı mekruh olduğunu söyleyen ve ticaret hukukunda böyle hassas bir ahlakı öngören bir dinin müntesibidir. Böyle bir dine mensup olan Müslüman ticaretinde yalan konuşmak şöyle dursun, dükkânına gelip aradığını bulamayan müşterinin dahi kendisinde hakkı kalması korkusuyla ondan helallik istemelidir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız