Sayı : 504   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Siyer'i Nebi

Muhammed Emin Yıldırım

Hz Peygamber (sav) ve İnsan Onuru

  • 11 Mart 2022
  • 707 Görüntülenme
  • 471. Sayı / 2022 Mart



Rabbimiz, O'nu (sav) Rahmeten lil Âlemin/Âlemlere Rahmet olarak, Üsvetü’n Hasene/En güzel örnek olarak gönderdi. Hateme'n-Nebiyyin/Peygamberlik silsilesinin son halkası, mührü olarak, tebyin, tebliğ, talim, tezkiye ve davet alanlarının muallimi olarak gönderdi. Huluki’n Azim/Muhteşem bir ahlakın sahibi olarak ve Mübeşşir/Müjdeleyici, Nezir/ Uyarıcı olarak gönderdi. Ve O’nu (sav) Sirace’n Münir/Aydınlatan bir kandil olarak vasıflandırdı. Böyle olduğu için kulluk yolu O'nunla (sav) yürünür, İlahi Kelam olan Kur'an O'nunla (sav) anlaşılır, hayatın tüm alanları O'nun (sav) rehberliği ile inşa edilir, Cennet ve Cemal’e O'nun (sav) izleri takip edilerek varılır. Şeref, haysiyet, izzet ve onur, varlığın yegâne onuru olan Efendimiz (sav) ile elde edilir ve korunur.

 

 

"Ve lekad kerremna beni âdeme”

“Biz Âdem'in çocuklarına kat kat ikram ettik!" (İsra, 17/70)

“(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzel! Sen ne büyüksün ve senin kudsiyetin ne büyük! Ancak, Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, müminin kudsiyeti (ve saygınlığı) Allah katında senin kudsiyetinden daha yüksektir; malı da canı da hürmete layıktır; mümin hakkında ancak biz hüsnü zan besleriz.” (İbn Mace, “Fiten”, 2)

Yaşadığımız şu hayatta, dünyevi nimet ve imkânlar çoğaldıkça kaybettiğimiz, her gün biraz daha yaraladığımız çok önemli bir değerimiz var. Bu müminin olmazsa olmazı olan haysiyet, şeref ve izzet, yani onur dediğimiz değerdir. İnsan olmanın başlı başına bir onuru varken, müminin de kendine has bir onuru, şerefi vardır, olmalıdır; çünkü iman ettiği din ona böyle bir değer kazandırır.

İnsanın kendisine ikram edilen bu onuru, üç kuruşluk menfaatler ve dünyevi bazı çıkarlar için ayaklar altına düşürmesi doğru değildir. Ne yazık ki insanlık gün geçtikçe aslî değerlerden uzaklaşıyor, Allah'ın kendisini görmek istediği yerden aşağılara düşüyor. Gelinen noktada herkesin üzerinde ittifak ettiği bir husus var ki, insanlık kendisine uzanacak bir el, kendisini silkeleyecek bir ses, kendisine olması gereken değeri kazandırtacak bir yol arıyor. Başkaları var olan sorunları, başka sorunlar üretecek şekilde çözmeye çalışabilirler, ama bizim en gür seda ile bir hakikati beyan etmemiz gerekiyor. İnsanlığı kurtaracak yegâne ses Hz. Muhammed'in (sav) sesidir; onları ölüm uykusundan uyandıracak seda, Hz. Muhammed'in (sav) sedasıdır, çekip çukurdan çıkaracak el, Hz. Muhammed'in (sav) elidir; cennete, saadete, Allah'ın rızasına ve cemaline kavuşturacak yol, Hz. Muhammed'in (sav) yoludur.

Miladi 6. asırda her türlü alçaklığı meşru gören bir zeminde, diri diri kız çocuklarını toprağa gömen, ölmüş babasının hanımı ile yani üvey annesi ile evlenmeyi tabi bir şeymiş gibi gören bir zihniyette, faizin, tefeciliğin, sömürünün, köleliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, güçlü olanın zayıf olanı ezip bitirdiği bir yerde, şeytanın bir hastalığı olan asabiyetin çok normal bir hale geldiği bir zamanda, tek başına ve 40 yaşında söz söylemeye başlayan Hz. Muhammed'in (sav)23 yılda geldiği nokta birilerinin masa başında ürettiği bir hayal mahsulü, bir efsane, hâşâ bir masal değildir, bir hakikattir, bir gerçektir. Tarihte bir kez olan, bir daha olur; tarih 23 yılda insanlık ufkunun bu kadar yüceldiğini yazdıysa, o gün var olan Roma, Sasani, Mısır ve Yemen medeniyetleri, Medine'de kurulan ve 2500 metrekareyi aşmayan, altında halısı, üstünde çatısı, içinde avizeleri olmayan bir mescidden yönetildiyse ve o medeniyetleri dize getirdiyse, onların karşısında aciz kalmadıysa, o ses ve o seda kendisine yakışır bir biçimde temsil edildiği zaman yine aynı şey olacaktır, yine tüm varlık Muhammedü’r-Rasülullah diyerek hizaya girecektir. Herkes, özellikle de biz yani Müslümanlar şu gerçeği çok iyi anlamalıdırlar ki; "Ya Hz. Muhammed'in (sav)sedası ile yolu ile dirileceğiz, ya da yok olup gideceğiz."

Çünkü Rabbimiz, O'nu (sav) Rahmeten lil Âlemin/Âlemlere Rahmet olarak, Üsvetü’n Hasene/En güzel örnek olarak gönderdi. Hateme'n-Nebiyyin/Peygamberlik silsilesinin son halkası, mührü olarak, tebyin, tebliğ, talim, tezkiye ve davet alanlarının muallimi olarak gönderdi. Huluki’n Azim/Muhteşem bir ahlakın sahibi olarak ve Mübeşşir/Müjdeleyici, Nezir/ Uyarıcı olarak gönderdi. Ve O’nu (sav) Sirace’n Münir/Aydınlatan bir kandil olarak vasıflandırdı. Böyle olduğu için kulluk yolu O'nunla (sav) yürünür, İlahi Kelam olan Kur'an O'nunla (sav) anlaşılır, hayatın tüm alanları O'nun (sav) rehberliği ile inşa edilir, Cennet ve Cemal’e O'nun (sav) izleri takip edilerek varılır. Şeref, haysiyet, izzet ve onur, varlığın yegâne onuru olan Efendimiz (sav) ile elde edilir ve korunur.

Efendimiz'in (sav) varlığın yegâne onuru olduğuna ve insanlığa nasıl onur kazandırdığına dair gerek Kur'an'dan, gerek hadislerden ve siyerden çok örnekler verilebilir. Biz bu hakikati Kur’an’ın insanın yaratılış serüvenine dair bize anlattığı bir tablo üzerinden anlamaya çalışacağız.

Kerim Kitabımız, daha ilk sayfalarında Bakara Suresi 30-34. ayetlerde insanın yaratılış sürecinden bahseder. Orada, Rabbimiz Meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 2/30) dediğinde; Melekler, bu yaratılışın hikmetini tam anlamı ile kavrayamamış olacaklar ki: “Bizler seni her türlü hamd ile tesbih edip yüceltirken, Sen orada kan dökecek, fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?” (Bakara, 2/30) demişlerdi. Burada meleklerin bu bilgiye nasıl vakıf olduklarına dair tefsirlerimizde çeşitli açıklamalar yapılır. Ya Rabbimiz onlara olacakları gösterdi, ya melekler önceki bilgilerine dayanarak bunları bildi veyahut iradeli varlıklar olan cinlerin yaptıklarından yola çıkarak bunu söyledi. Melekler böyle deyince Rabbimiz ne dedi? “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” (Bakara, 2/30) Melekler ise söyledikleri sözün yanlışlığını anlayarak; “Sübhaneke la ilmelenâ illa ma allemtena, inneke ente’l alimü’l hâkim/Ya Rabbi! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğin bilgilerin dışında bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen Hâkim ve Âlim olansın” (Bakara, 2/32) dediler. Hepimizin çok iyi bildiği bu tabloda Allah’ın bildiği, ama Meleklerin o ana kadar bilmediği şey neydi? Rabbimiz çok iyi biliyordu ki, yarattığı ve irade sahibi kıldığı insanlar içerisinde elbette meleklerin dediği gibi, kan dökecek, ortalığı fesada ve zulme çevirecek olanlar çıkacaktı, hatta böyleleri çoğunlukta olacaktı. Zaten hemen Hz. Âdem'in çocukları ile kan dökülmeye başlayacak, o günden bu tarafa da kan, gözyaşı, feryat, figan, zulüm, haksızlık eksik olmayacaktı. Bugün insanlığın hali hepimizin malumudur. İnsanın olduğu her yerde kan, fesat, bozgunculuk ve sıkıntı var. O zaman melekler söyledikleri o sözde haksızlar mı? Peki, sonuç böyle olmasına rağmen, Rabbimizin bildiği ama meleklerin bilmediği hakikat neydi?

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

471. Sayı Mart 2022