Aslında muharref İncil’in dünyayı dışlayıp hep ahireti gündemde tuttuğu; muharref Tevrat’ın da ahireti dışlayıp hep dünyayı gündemde tuttuğu gözden kaçmıyor. Allah’ın dininde ise; dünya da, ahiret de dışlanmayıp ikisi de layık oldukları makama oturtuluyor.
Müslümanlardan büyük bir kesim, İslam tarihinin en korkunç eksen kaymasını yaşıyor günümüzde. Mal, makam ve şehvet karşılığında maalesef davalarından vazgeçiyorlar. Bugün yeryüzünde iki milyara yakın Müslüman’ın perişan halinin sebebi; düşmanların çok güçlü oluşundan değil, bizim davamıza güçlü bir şekilde sarılmayışımızdan kaynaklanıyor.
Hz. Hasan, bir gün yolda, fakir bir Yahudi’yle karşılaştı. Yahudi, Hz. Hasan’a: “Ey Rasülullah’ın kızının oğlu, senin deden Muhammed: “Dünya, Mümin’in hapishanesi (zindanı), kâfirin cennetidir.” (Bkz. Müslim, “Zühd”, 1, (2956); Tirmizi, “Zühd”, 16, 2325) diyor. Sen Müslüman’sın, ben kâfirim. Ama görüyorum ki; dünya, sana nimetler içinde yüzdüğün cennet olmuş; ben ise burada hapishane hayatı yaşıyorum, dedi.
Hz. Hasan, hadisi ona şöyle açıkladı: “Allah Teâlâ’nın, ahirette benim için hazırladıklarını bir düşünürsen; anlarsın ki; benim bu dünya hayatım, hapishane hayatından başka bir şey değildir. Yine Allah Teâlâ’nın, ahirette senin için hazırladığı azabı ve sıkıntıyı bir düşünürsen; anlarsın ki; şimdi sen, dünyada geniş bir cennet içerisindesin.” dedi.
İşte dünya, işte ahiret… Sekülerizmi savunanlara da güzel bir cevap.
On sekizinci yüzyılda ortaya çıkan Sekülerizm; dinsizleşme, dünyayı merkeze alma, dünyevileşme,dünyacılık demektir.Latince çağ, asır, devir anlamına gelen sceculum kelimesi, İngilizcede secularism (sekülerizm) şekline dönüşmüştür. “Tanrıyla uyuşmayan bir hayat şekli.” anlamında kullanılıyor. Sekülerizm, birçok akım ve teoriyi barındıran bir terimdir.
Sekülerizm, yönetim biçimine laiklik olarak yansımaktadır. Sekülerizmin siyaset bilimindeki adı; laikliktir.
Laiklik; din ile devlet işlerinin ayrılmasını esas alan siyasî ve hukukî bir ilkedir. Devleti merkeze oturtarak dini ve ahireti reddedip her şeyi dünyadan ibaret saymaktır. Devletin, dinsizleşip dünyevileşmesi de denebilir.
Adı konulmamış olsa da sekülerleşme; Şeytan’ın, dünyada ebedi kalma ümidi vererek Hz. Âdemi, sonra da Kabil’i hataya düşürmesiyle başladığını söylemek yanlış olmaz sanıyorum.
“Berger, sekülerleşmenin tarihinin kadim Yahudiliğin elde edilen en eski kayıtlarında olduğunu, böylelikle dünyevileşmenin Eski Ahit’le başladığını belirtiyor.” (Mine Bindal, Sekülerleşme (Doktora semineri) s. 41) Kafaları karıştıran, inancı ifsat eden bütün akımların kurucularının Yahudi olması, sekülerizmin de yine onlardan çıkması düşündürücü.
Aslında muharref İncil’in dünyayı dışlayıp hep ahireti gündemde tuttuğu; muharref Tevrat’ın da ahireti dışlayıp hep dünyayı gündemde tuttuğu gözden kaçmıyor. Allah’ın dininde ise; dünya da, ahiret de dışlanmayıp ikisi de layık oldukları makama oturtuluyor.
Sekülerizm, üç güçlü silah kullanmaktadır: Mal, makam ve şehvet… Cinden ve insandan olan şeytanlar, Allah’ın elçilerini ve Müslümanları hep bu üç önemli silah ile vurmak istediler.
Son Elçi (sav)’e de sekülerizmin bu silahlarını yönelttiler.Taberi, İbni Abbas'tan naklediyor: “Davandan vazgeçmene karşılık istediğin kadar mal verelim… İstersen reisimiz ol, bizi sen yönet… İstediğin kızı sana eş olarak verelim, dediler. Hz. Peygamber (sav), kesin bir dille tekliflerini reddetti: Bu davadan vazgeçmem için (değil dünyalık mal, makam ve kadın, bütün kâinatı verseniz,) güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysanız; yine de Allah’ın dinini üstün kılıncaya ve bu uğurda ölünceye kadar bu davadan vazgeçmeyeceğim.” diyerek kendine yakışan cevabı verdi. Bu konuda da ümmetine güzel bir örnek oldu.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız