Bu ümmetten olduğunu iddia eden marufu ve münkeri doğru bir şekilde tanıyacak. Önce kendisi marufu yapacak, ardından başkalarına taşıyacak. Münkeri tanıyıp ondan sakınacak ve başkalarını da münkerden alıkoyacak. Bir de gerçek anlamda Allah’a iman edecek. Yani iyiliklerin adamı olacak, ama iyilikleri kendinde kalmayacak. İyiliklerini başkalarına taşıyacak. Yani pasif iyi değil, aktif iyi olacak.
Kutsal Kitapların kahramanı olmak, Yüce Rabbin Rızasını kazanmakla mümkündür. Rabbin Rızasını kazanmak ise, O’na yaraşır kul olmakla, O’nun emirlerini tutup yasaklarından kaçmakla, O’nun kutlu yolunda koşturmakla olur. Bu özellik ve güzelliklere sahip olan herkes bu kutlu listeye adını yazdırabilir. Zira Rabbin gözde kullarının amel defterleri İlliyyûn kayıtlarındadır. İlliyyûn ise, gözde meleklerin tuttuğu yücelerde bulunan ilahî arşiv kayıtlarıdır.
وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنْجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمْ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“Onların İncil'de ki misali de şöyledir: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir va’detmiştir.” (Fetih, 48/29)
Ayetin ilk bölümünde Allah erlerinin Tevrat’taki misalleri anlatılmıştı. Onların en belirgin özellikleri anlatılarak bizlerden o halkaya katılma yarışına girmemiz istenmişti. Ayetin bu kısmında ise onların İncil’deki özellikleri anlatılıyor. Ne büyük bahtiyarlıktır Yüce Allah’ın Kitaplarına kahraman olarak geçmek. Mübarek ve mukaddes kitaplarda anılabilmek için Yüce Rabbin rızasını kazanmak lazımdır. İşte Saadet Çağının güzel insanları bu bahtiyarlığa erdiler. Onlar sorumluluklarını yerine getirdiler. Şimdi sıra bizde. O halka, önden giden öncüler kervanında yollarına devam ettiler. Bu yolculukta sonra gelenlere, işte Yüce Allah’a kul böyle olunur, işte Muhammed Ümmeti böyle olunur diyerek gittiler. Onlar, hem üzerlerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirdiler, hem de sonrakilere kutlu bir çığır açtılar.
Öyle ya Yüce Yaratıcıya kul olmak, O’nun Son Peygamberine ümmet olmak kuru bir iddiadan ibaret kalamazdı. Bu söylemin, sergilenecek eylemlerle ispat edilmesi gerekirdi. Nitekim Hz. Ömer, Hac ibadeti sırasında bazı Müslümanlardan uygunsuz davranışlar gördüğünde onları şöyle uyarmıştı: “Bu ümmetten olduğunu iddia eden, onun gereğini yapsın.” (Taberî, Câmiu’l-Beyân) Sonra Adalet Anıtı Hz. Ömer şu ayeti okumuştu: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği/marufu emreder, kötülükten/münkerden meneder ve Allah'a inanırsınız...” (Âli Imran, 3/110) Buna göre bu ümmetten olduğunu iddia eden marufu ve münkeri doğru bir şekilde tanıyacak. Önce kendisi marufu yapacak, ardından başkalarına taşıyacak. Münkeri tanıyıp ondan sakınacak ve başkalarını da münkerden alıkoyacak. Bir de gerçek anlamda Allah’a iman edecek. Yani iyiliklerin adamı olacak, ama iyilikleri kendinde kalmayacak. İyiliklerini başkalarına taşıyacak. Yani pasif iyi değil, aktif iyi olacak. Böylece toplumda iyilikler artacak, kötülükler en aza inecek. Böyle bir toplumda yaşayanlar da gerçek imanın tadını tadacaklar. İyiliklerin yaygınlaşmadığı, kötülüklerin engellenmediği bir toplumda imanda kemale nasıl erilecek ki?
“İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarım, sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir.” (Buharî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed) diyerek önden giden öncüleri bizlere örnek olarak sunan Peygamberimiz bir başka hadislerinde, “Benim ümmetim yağmur gibidir, başı mı hayırlı, sonu mu hayırlı, bilinmez” (Tirmizî, Ahmed ) buyurarak hayırlı halkanın herkese açık olduğunu beyan etmiştir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız