Dua; ümit zeminde Allah’a karşı kulluğun idraki, dünyadaki garipliğin de itirafıdır. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerekse diğer Peygamberler dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî birçok konuda dua etmişlerdir. Dua; seslenmek, çağırmak, yardım istemek, Allah'tan hayır talep etmek ve kendisiyle Allah’a çağırılan söz anlamlarına gelmektedir. Dua demek, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Dua, her dinde, her dilde ve her inançta varlık bulmuş metafizik bir güçtür.
Allah, Kur’an’daki peygamber kıssalarıyla kullarına önemli hikmetler öğretmekte, hem de geçmişteki peygamberleri tanıyarak onları kendimize örnek almamızı kolaylaştırmaktadır. Peygamber kıssaları üzerinde derin şekilde tefekkür ederek, içinde bulundukları ortam ve gösterdikleri örnek tavırlar üzerinde düşünerek peygamberleri tanıyabilir ve onların üstün maneviyat, akıl ve ihlasından istifade edebiliriz.
Peygamberler dava, davet ve dua sahibi kimselerdi. Davasız, davetsiz ve duasız Peygamber yoktur. Peygamberler davasız, davetsiz ve duasız kalmamışlar, biz nasıl davasız, davetsiz, duasız kalabiliriz? Peygamberlerin birtakım duaları vardır ve bu dualar bir hakikattir. Çünkü Peygamberlerin duaları, nass-ı Kur’an ile sabit olmuşlardır.
Peygamberlerin bildirdikleri değişmeyen esaslar olan inanç esasları, zamana, mekâna; fert ve toplumlara göre değişiklik göstermeyen, bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamak söz konusu olmayan hükümlerdir. Zira Peygamber Efendimiz, “Bütün peygamberler anne bir kardeş gibidir, vazifeleri aynı, onların yolunu takip edenler ayrıdır.” (Buhari, “Enbiyâ”, 48) buyurmuştur. Davada, davette ve duada Peygamberlerin yolunda olmayanlar, Müslümanlardan sayılmazlar.
Allah'ın arzında her davanın bir daveti vardır. Duası olan tek dava, İslâm davasıdır. Allah Rasûlü Nur dağında vahye muhatap olunca bütün hayatı onu insanlara tebliğ etmek ve onları karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesi ile geçti. Bu uğurda nice çilelere katlandı, taşlandı, hor görüldü ve yurdundan çıkarıldı. Fakat kendine yapılan en ağır eziyetlere rağmen, “İlahi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam” (İbn-i Hişâm, II, 30) dedi. O rahmet peygamberiydi. Hiç beddua etmedi. Kendisine yapılan en ağır eziyetlerin sahiplerine bile dua etti: “Allah’ım kavmimi bağışla çünkü onlar bilmiyorlar.” (Sahihi-i Buhârî “Enbiyâ”, 54) Münkir ve müşriklerin inatlarına rağmen af ve merhamet yolunu seçmek, iyiliğin muallimi ve takipçisi olmak, Cehalet ve Cahillere prim vermemek, Peygamberlerin izinde gitmenin alâmetidir.
İnsanın günahların farkına varıp pişmanlık duymanın Allah katında ne kadar değerli olduğunu bilerek, ısrarla O’nun kapısında dua etmesi, başlı başına bir fazilettir.
Her peygamberin yaptığı başlıca dua, tövbe etmektir. Şeytan, Allah’a isyanından sonra tövbe etmediği için Allah’ın huzurundan kovulmuştur. Hz. Âdem ise Rabbimize tövbe ettikten sonra bağışlanmıştır. Bu sebepten bir Müslümana ümidini kaybetmek yakışmaz ve tövbelerin kabul olunmasına dair her daim ümidi vardır. Dua, ümittir. Ye'se kapılıp ümidini kaybedenin dua kapısında yeri olmaz.
Müslüman olarak dua ile ilgili en önemli ders almamız gereken bir hakikat de Hz. Nuh peygamberin kıssasında söylenen duadır: “Nuh Rabbine seslendi: Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin vadin haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin, dedi. Allah: Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim, dedi. Nuh: Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum, dedi.” (Hud, 11/45,46,47) Bu ayetlerden çıkaracağımız ders ise şu olmalıdır:
Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Bir tek Allah'a tevekkül edilir. Bazen ısrarla olmasını istediğimiz şeyler bizim için hayır olmayabilir. Bunu sadece Allah bilir. Yüce Allah'ın peygamberimize emrettiği dualarda, dünyevî ve uhrevî isteklerini özellikle yardım ve ilim isteme, şeytan ve zalimlerden uzak kalma arzusunun öne çıktığını ve dualarda Allah'ın güzel isimleri ve nitelikleri ile övüldüğünü görmekteyiz. Peygamberlerin duaları, Allah'tan ne isteyeceğimiz ve nasıl dua edeceğimiz konusunda bizim için birer örnektir.
Dua; ümit zeminde Allah’a karşı kulluğun idraki, dünyadaki garipliğin de itirafıdır. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerekse diğer Peygamberler dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî birçok konuda dua etmişlerdir. Dua; seslenmek, çağırmak, yardım istemek, Allah'tan hayır talep etmek ve kendisiyle Allah’a çağırılan söz anlamlarına gelmektedir.
Dua demek, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Dua, her dinde, her dilde ve her inançta varlık bulmuş metafizik bir güçtür.
Dua, kul için daimi bir ihtiyaçtır. Kul, Rabbini övmek, O’na teşekkür etmek ve saygısını belirtmek ister. Aynı zamanda hâlini Allah’a arz etmeye, dilek ve temennilerini O’na sunmaya da ihtiyacı vardır. Bu açıdan dua; kulun, Rabbine teşekkür etmek ve hâlini arz etmek için kullanacağı bir iletişim aracıdır. Hadis-i şerifte bu iletişimin "ibadetin özü" (Bkz.Sünen-i Tirmizi, “Daavat”, 1)olduğu bildirilir.
İslam insanın Allah’la, tabiatla ve toplumla olan ilişkisini adalet ve merhamet ekseninde hikmetle düzenleyen bir dindir. Dua, Allah-kul ilişkisinin sürekli açık kırmızı hattıdır. Tabir caiz ise sürekli online... En yüce, en büyük ve en güçlü olanla; her zaman, her yerde ve her durumda açık bir hat... Bu Allah’ın insana nasıl muhteşem bir lütfu ve ikramıdır! Dua, Allah’a çıkarılmış davettir. İnsan “Bittim” dediğinde, Allah “Yettim” der. Duada asıl olan samimiyettir, muhatabımızın bizi bizden daha iyi bilen ve daha iyi tanıyan Allah olduğunu bilmektir. “Kullarım sana benden soracak olurlarsa ben onlara çok yakınım.” (Bakara, 2/186) Buyuran yüce Rabbimiz başka bir ayette yakınlığını “Biz kulumuza şah damarından daha yakınız” (Kaf, 50/16) diyerek tarif ediyor. Allah bize şah damarımızdan bile daha yakınsa, o zaman Allah’la aramıza aracı koymaya gerek var mı? Bir de şöyle düşünelim. Aynı zamanda, belki de aynı konuda dilekte bulunan milyarlarca insanı, aynı anda duymak ve bunların isteklerine cevap vermek nasıl bir büyüklüktür. Haddimizin ve takatimizin, yaratılış gayemizin, sorumluluklarımızın farkında olduğumuzu dile getiririz. "(Rasûlüm!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?" (Furkan, 25/77) ayetinde belirtildiği gibi Rabbimizin katında duamızla daima değer buluruz. Bütün ibadetlere ruh ve anlam katan duadır. Yoksa sadece beden olarak yapılan ibadetin yanında kul olma bilinci, dua denen nimetle tamamlanır. İşte bu yüzden; Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Dua, ibadetin özüdür" buyurmuştur. Rabbimiz "Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim." (Mümin, 40/60) buyurarak bizleri duaya davet etmektedir. "Bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm." (Bakara, 2/186) ayetiyle de duamıza icabet edeceğini müjdelemektedir. Yeter ki bizler, bu bilinç içerisinde Rabbimize dua edelim. Kur'an-ı Kerim'de geçen Peygamberlerin duaları dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki; Peygamberlerin dualarında beşeriyetin saadet-i ebediyyeleri için dersler vardır. Peygamberlerin dualarından kendilerine ders çıkaramayanlar, zorluktan ve darlıktan kurtulamaz. Bizim saadet-i ebediyyemizi temin Peygamberlerin dualarından bazılarını görmeye çalışalım.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız