Sadaka vereceğim, bağışta bulunacağım şeklinde yapılan adakların fakirlere dağıtılmak suretiyle yerine getirilmesi gerekir. Bu sadakalar fakir depremzedelere ve normal şartlar altında zengin sayılacak mal varlığına sahip olan kimselere de içinde bulunduğu olağanüstü şartlar sebebiyle malına ulaşamadığı sürece verilebilir.
Kefen, bez vb. malzemenin bulunamaması veya farklı sebeplerle kullanılamaması durumunda ceset torbasının kefen sayılarak cenazenin defnedilmesi de caizdir.
1. Depremzedelere Zekât Verilebilir mi?
Zekât, toplumsal dayanışma ve insanların temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için farz kılınmış bir ibadettir. Deprem gibi büyük afet zamanlarında toplumun acil ihtiyaçlarının karşılanması son derece önemli hale gelmektedir. Böyle durumlarda diğer bağışların yanında zekât yoluyla da yaraların sarılmasına destek olmak gerekir. Buna göre şartlarına riayet etmek kaydıyla zekât farizası doğrudan ya da her bakımdan güvenilir kişi ve kuruluşlar aracılığı ile yerine getirilebilir. Normal şartlar altında zengin sayılacak mal varlığına sahip olan kimselere de içinde bulunduğu olağanüstü şartlar sebebiyle malına ulaşamadığı sürece zekât verilebilir.
Zekâtı bir aracı kuruluş vasıtasıyla yerine getirirken şu hususlara dikkat edilmelidir:
- Bu kuruluşun her bakımdan güvenilir olması,
- Bu kuruluşun, zekâta aracılık ettiğini açıkça taahhüt ediyor olması ve topladıkları zekâtların tamamını aynî veya nakdî olarak hak sahiplerine teslim etmesi,
- Zekâtın, söz konusu kuruluşun özel "zekât hesabı"na yatırılması.
Öte yandan dinimize göre dayanışma ve yardımlaşma sorumluluğu sadece zekâttan ibaret değildir. Dolayısıyla zekât dışındaki infak ve bağışlar ile de yardıma muhtaç olanlara ulaşmak ve yaralarını sarmak inancımızın bir gereğidir.
2. Sadaka şeklindeki adaklar depremzedelere gönderilebilir mi?
Sadaka vereceğim, bağışta bulunacağım şeklinde yapılan adakların fakirlere dağıtılmak suretiyle yerine getirilmesi gerekir. Bu sadakalar fakir depremzedelere ve normal şartlar altında zengin sayılacak mal varlığına sahip olan kimselere de içinde bulunduğu olağanüstü şartlar sebebiyle malına ulaşamadığı sürece verilebilir.
3. Fıtır sadakasının Ramazan ayından önce verilmesi caiz midir?
Fıtır sadakası, Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı (80.18 gr. altın veya bu değerde) artıcı olsun veya olmasın bir mala sahip bulunan her Müslümanın yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir. Kişi, kendisinin ve ergenlik çağına ulaşmayan çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber, büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir. (Bkz.Ebu Davud, “Zekât”, 20)
Fıtır sadakasının Ramazan ayı içerisinde verilmesi müstehab görülmüştür. Bununla birlikte Hanefi mezhebine göre fıtır sadakasının Ramazan ayından önce verilmesi de caizdir. (Bkz.Molla Hüsrev, Düreru'l-Hükkâm, 1/195; İbn Abidin Reddü’l-Muhtar, 2/367)
Dolayısıyla fitre vermesi gereken kimseler, doğal afet vb. durumlarda fitrelerini Ramazan ayından önce de verebilirler.
4. Oruç fidyesi, Ramazan ayından önce verilebilir mi?
Oruç için fidye verilmesi, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar için geçerlidir. Oruç fidyesinin tutarı fıtır sadakası kadardır. Henüz gelmemiş Ramazan orucunun fidyesi önceden verilemez. Bu fidyeler Ramazan’ın başlamasıyla verilebileceği gibi, Ramazan’ın içinde veya sonunda da verilebilir. Bununla beraber geçmişten Ramazan oruç fidyesi borcu olan kişiler bu fidyeleri diledikleri bir vakitte ödeyebilir, bunun için bir sonraki Ramazan ayını beklemelerine gerek yoktur.
5. Âfet bölgelerinde Cuma namazı
Cuma namazı, gerekli şartları taşıyan her mümin erkeğe farzdır. Ancak cemaate katılmaya engel bir mazeretin varlığı, cuma namazının farziyetini düşürmektedir. Hastalık, cana, mala ve namusa bir zarar gelme tehlikesi ve şiddetli yağış gibi sebepler bu mazeretlerden birkaçıdır. Cuma namazına iştirak edemeyecek derecede doğal âfetlerden etkilenmek de mazeret oluşturur. Fiilen yürüttüğü görev gereği cumaya katılamayacak olanlardan da Cuma namazı yükümlülüğü düşer. Bu şekilde cuma namazını kılamayan kimseler, öğle namazını kılmakla yükümlüdürler.
Bununla birlikte âfet bölgelerinde cuma namazını edâ etme imkânı bulanlar, namazlarını kılarlar.
6. Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?
İslam’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlatlık kurumu, Medine döneminde nazil olan “Allah, evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır.” (Ahzâb, 33/4) mealindeki ayetle kaldırılmış, ardından gelen ayette de evlatlıkların evlat edinenlere değil asıl babalarına nispet edilmesi emredilmiştir. Buna göre dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte “hukuki sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi” kabul edilmiş değildir. Bunun tabii bir sonucu olarak evlatlığın nesebi, evlat edinene bağlanmaz, aralarında mahremiyet meydana gelmez ve mirasçılık ilişkisi doğmaz. Bununla birlikte evlatlık kurumu zaman zaman “koruyucu aile” tarzında varlığını sürdürmüştür. İslam’ın evlatlık müessesesini kaldırması, yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla ilgilenilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü İslam’a göre himayeye muhtaç çocuklara bakmak, onları beslemek, büyütmek büyük sevaptır ve bir insanlık ödevidir. Hz. Peygamber (sav), işaret ve orta parmağını göstererek “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.” (Buhari,” Edeb”, 24; Müslim, “Zühd”, 42; Ebu Davud, “Edeb”, 130; Tirmizi, “Birr”, 14) buyurmuştur. Bu itibarla, sevgiye, şefkate ve korumaya muhtaç kimsesiz çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak, ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himaye edilmeli; eğitilip, sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır. Fakat bunu yapmak için hiçbir kimsenin, çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesmeye, öz ana babasını unutturmaya hakkı olmadığı gibi kanuni mirasçıları arasına katma, aile içi tesettür ve mahremiyet bakımından öz evlat gibi davranması da doğru değildir. Bunun yerine İslam’ın tavsiyesi; koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak, hukuk ve helal-haram kuralları bakımından ona öz çocuk gibi değil, bir din kardeşi gibi muamele etmektir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız