Allah musibetleri yaratmadan önce bunları insanlara verirken hangi esaslara göre vereceğini belirlemiştir. Buna göre insanın başına kendi fiilleri nedeniyle musibetler gelebildiği gibi, kendi kusuru olmadan da gelebilir. Allah’ın takdiri ile kulun tedbirini birbirine karıştırmamak gerekir.
Musibetler anında sabır etmesini bilen, ümitsizliği temelinden devirir. Umumî musibetlerde herkesin hissesi olabilir. Bir grup için kahır, bir başkası için ikaz, bir diğeri için günahlara kefarettir. Musibetler; ya İlâhî bir ikazdırlar, bizi yanlış yoldan geri çevirirler. Ya da günahlarımıza kefarettirler; acımızı bu dünyada çektirirler, ebedî âleme bırakmazlar. Yahutta insan kalbini geçici dünya hayatından, Allah’a ve ahirete çevirmeye birer vasıtadırlar.
Allah’ın dünyasında insanoğlu için musibetler, imtihan cümlesinden sayılırlar. Kur’an, insana düşen görevin musibet zamanında sabretmek, bolluk zamanında ise şükretmek olduğunu hatırlatır. Kur’an-ı Kerim’e göre, musibetlerle karşılaşma esnasında mümin insan tağutlara, firavunlara, azmanlara değil, bir tek Allah’a ait olduğunu anlar ve haykırır. Bu, müminlerin değişmeyen daimi vasıflarıdır.
“Onlar; başlarına bir musibet gelince, biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz, derler.” (Bakara, 2/156)
Dikkat edilirse, müminler musibetler karşısındaki tavırlarıyla kâfirlerden ayrılmaktadırlar. Musibetler karşısında mümin ile kâfirin tutumu birbirinden farklıdır. Musibet; insan tabiatının hoş karşılamadığı ölüm ve benzeri şeyler olup başa gelen belâ, sıkıntı, meşakkat gibi durumlar için kullanılır. (Bkz.Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kurʾân, thk. Muhammed Seyyid Keylânî (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, ts.), “svb”, 288 ) Kur’an’da musibetler, “Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz.” (Âl-i İmrân, 3/186) ayetinde ifade edildiği şekilde basit eziyetlerden başlayarak ölüm gibi hayatı sonlandıran bir duruma kadar geniş bir yelpazede ele alınmaktadır. Ayrıca şu hadis de basit sayılabilecek musibetlere karşı Müslüman bakışını şekillendirmektedir: “Ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” ( Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-sahîh. thk. Sıdkî el-Attâr, (Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1352), “Merdâ”, 1; Müslim, “Birr”, 49) Allah musibetleri yaratmadan önce bunları insanlara verirken hangi esaslara göre vereceğini belirlemiştir. Buna göre insanın başına kendi fiilleri nedeniyle musibetler gelebildiği gibi, kendi kusuru olmadan da gelebilir. Allah’ın takdiri ile kulun tedbirini birbirine karıştırmamak gerekir. Takdir-i ilâhî geldi mi, tedbir-i beşer hükümsüz kalır. İnsanların sebep olduğu musibetler, örneğin doğal afetlere yeterli düzeyde tedbirlerin alınmaması, çevreyle ilgili yapılan hatalı uygulamaların sonuçları ve insanların birbirlerine haksız olarak zulmetmeleri gibi nedenlere dayanır. İnsanlar, bu gibi musibetlerin oluşmaması için gayret göstermeli ve gerekli önlemleri almalıdırlar. İkinci tür musibetlerse insanların yaratılıp dünyaya gönderilme sebebi olan ilâhî imtihanın bir gereği olarak başlarına gelen musibetlerdir. (Bkz.Bakara, 2/155) Fahreddin er-Râzî (ra), musibetlerin Allah’tan veya kullardan gelmesini şöyle izah eder: “Bil ki musibetler bazen Allah katından bazen da kul tarafından olur. Örneğin fakirlik musibeti bazen Allah’ın insanların mallarını doğal afetler yoluyla telef etmesi şeklinde kendi katından bazen de insanların birbirlerinin mal ve mahsullerine savaş veya başka yollarla zarar vermeleri şeklinde kullar tarafından meydana gelir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb (Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1981), 4/170) Musibetle de imtihan olunuyoruz, nimet ile de imtihan olunuyoruz.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız