İnsan, içini acıtan, hatta kanatan acı ve ıstıraplar karşısında sızlanmamalı ve çaresini araştırmakla birlikte büyük sabır ve direnç göstermelidir. İnsan, acılar ve ıstıraplar karşısında eğitilir. Böylece insan, Allah'ın otoritesinin enginliğini kavramakla birlikte, O'nun kulu olduğunu idrak eder; belâ ve musibetler karşısında O'ndan yardım isteyerek O'na sığınır. Çünkü acı ve ıstırapları Allah'tan başka giderecek bir güç yoktur.
İnsan hayatında değişmeyen hiçbir şey yoktur. Bundan dolayı bir darlığa düşmüş olanlar, Allah'a kalbini bağlayarak, bunun da Allah'ın izniyle geçeceğine iman eder ve Allah'ın yardımını, mutluluk ve ferah gününü temiz kalp ve olgun iman içinde beklerlerse sonuç O’nun izni ve keremiyle kurtuluş olacaktır.
“Hocam, ayetleri ve hadisleri okuduğumda sabrın önemini ve ahirette bunun karşılığını alacağımızı okuyorum. Ayet ve hadislerde sabrın ecri ile bahsedilen durumun duygular ile ilgili kısmını öğrenmek istiyorum. Yaşamımız içinde hoşumuza gitmeyen bizi üzen olaylar yaşayabiliyoruz.
Bu duygusal acıları yaşamamızın sebebi imtihan edilmemiz için midir?
Yaşadığımız kötü duygulara sabır ettiğimizde bunun ahirette karşılığı olacak mı?
Kısaca sormak istediğim; kişinin hayatında yaşadığı onu üzen, üzerinden yıllar geçse de aklına geldiğinde içini burkan ve içini sıkan duygusal acılara sabır ettiğimiz takdirde ahirette karşılığını alacak mıyız?”
Sabır, sözlükte, insanın her türden güçlükler ve zorluklar karşısında kendini tutması ve acıya katlanması demektir. (Bkz.İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât Fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1968, s.404) Tasavvuf dilinde sabır ise, insanın içinde doğan üzüntüyü Allah’a havale edip, O’ndan başkasına şikâyet etmemektir. (Bkz.Cürcânî, S. Şerîf, et-Ta’rîfât, Beyrut, 1987, s. 171) Nitekim Hz. Peygamber’den gelen bir rivâyette: “Sabır, (sonu bizi üzecek olan olay ve duyguların) sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda gösterilen tahammüldür.” (Buhari, “Cenâiz”, 32; Müslim, “Cenâiz”, 8) Dolayısıyla sabır, insanın ihtiyari fiillerindendir. Bundan dolayı Hz. Mevlana, tasavvufu, insanın iç sıkıntı halinde ferahlık hissetmesidir, diye tanımlamıştır.
İnsanı üzen ve yıpratan musibetlerin maddi boyutları olduğu gibi manevi boyutları da vardır. Her ikisiyle ya da birisiyle karşılaşan bir Müslüman peygamberlerin ahlakı olan “güzel sabır” göstermeyi ilke edinmelidir. Yüce Allah Eyüp (as)’ı gösterdiği sabrından dolayı övmüştür: “Muhakkak ki biz onu sabreder bulduk.” (Sâd, 38/44) Yine o, içinde bulunduğu sıkıntıdan şikayet etmeden, sabırla kurtulmak için sadece Allah’a şu şekilde dua etmiştir: “Eyyub’e gelince, o, Rabbine; benim başıma dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin, diye niyaz etmiştir.” (Enbiya, 21/83) İnsan, kendisinden zararın giderilmesi için Allah’a dua ettiği zaman bu sabrını etkilemez. Çünkü fayda ve zarar verme gücüne sahip olan ve kullarından her türlü zararı gideren O’dur. İnsana düşen sıkıntılar karşısında acele etmeden tahammül göstermektir. Zira sabırsızlık göstermek; ivmek ve bir anda her şeyi istemektir. Hâlbuki yaratıklar, zamana bağlı olup, terbiye kanununa tâbidirler. Zaman ise peş peşe gitmek, yavaş yavaş olmak demektir. Bunun için insanın bu alanda tam başarıya ve kurtuluşa ulaşması tekamül kanunua bağlı olup derece derece bir silsile takip eder. Bu da sabır ve dayanıklılık göstermekle olur.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız